30 Nisan 2007 Pazartesi

Bu Duygunun Adı Yok


Şu an parmaklarım sadece seni yazmak istiyor… Kalbimin seni istediği gibi..
Seni yazmak ne kadar güzelse..bir o kadar da zor…Bir bilsen bu aralar ne kadar uzaksın bana..
Sana daha yakın olmak için ..Durmadan seni hayal ediyorum.. Seni..!!

Hayaller kuruyorum seninle ilgili..Hani olsaya diyorum;..
Her sabah senin kokunla açsam gözlerimi güne.. ve her sabah sana dokunsam gözlerim kapalıyken henüz… Tüm gece sıcaklığında dalsam uykuya, ve bütün gün seni görmenin heyecanıyla beklesem akşamı...
Gecelerden korkuyorum şimdi sensiz geçtikleri için..
O gün gelse…her geceyi öyle basarim ki bağrıma sen gibi!..…Ama.. ama sen yoksun …

Şu an çok güzel bir aşk şarkısı çalıyor.. Aynı şarkıyı defalarda baştan baştan dinliyorum, öyle bir an geliyorki huzuru hissediyorum ve duruyorum onu sadece hissediyorum… bir an içindeyim sanıyorum ama aslında baktığım bir resim bu… Şarkı hala çalmaya devam ediyor kim bilir belki onuncu kere dinliyorum ve hala hissetmeye devam ediyorum. …İçine girmek istiyorum bu güzel şarkının bir notası olmak istiyorum... Gücümün yetmediği şeyleri istiyorum bir notanın içinde erimek, duyulmak, sevilmek, dinlenmek sonrada tekrar çalınıncaya dek susmak kaybolmak istiyorum...

Şarkı hala çalıyor ve ben orda olamıyorum içine giremiyorum ruhum notalarında eriyip yok olmuyor. Sadece dünyadan kopuyorum bir kaç saniyeliğine..Sonra gerçeğe dönüyorum..

Senin için varolduğunu bildiğin, senin için nefes aldığının farkında olduğun bir yürekten zorunlu olarak ayrı kalmak ne zor…
Çok uzakta bir sen görürüm hayalimde, koşarım kavuşmak, koklamak, sarılmak için sana; Sonra uyanırım..her tarafım uçurum..Sanki bir adım atsam sensizlikte yok olup gidecekmişim gibi.. İşte o an ölürüm..Gözlerimden bir damla sen düşer, ağlamaklı olurum. Gecenin karanlığı korkutur, göz yaşlarım boğar beni.

İnan ki bir fısıltı gibisin karanlıkta kulaklarımda çınlayan, ruhumu, duygularımı okşayan ve kanımda damla damla akan.
Seni bekliyorum her güneş ışığında ve her gün doğuşunda.
Her kızıllığında akşamın, içime bir ok giriyor tüm bedenimi tarıyor sanki... İçim kanlanıyor, akışı yavaşlıyor…
Her akşam ümidimi kendime gömüp tutuyorum evin yolunu... O yalnız yatak, sensiz sesler ve boş içim. Sen olmadığından mı bu yabanilik diyorum bazen... Öyle evet... Senin olduğunu anımsıyorum..
Gülümserdim ben... Gülerdi yüzüm, gözlerim. Sana bakmak, bakmasam da seni hissetmek yeterdi bana… Yine hissediyorum ben seni ama ellerim havada... Boşluğu tutuyorum… Boslukta geziyor gozlerim…Ey adına ömrümü adadığım nerdesin?. Gelsen…Çok şey de istemiyorum aslında sadece son bir kez gelsen..Yumaşacık teninle sarsan beni..derin derin çeksem kokunu son bir kez içime..Çekeyim ki; bir daha gitsen de kokun kalsın üzerimde…
Bilirsin ben en çok geceleri paylaşırım sevgimi seninle... Gözyüzündeki bir yıldıza bakacağım bu gece ve bu bizim yıldızımız deyip gülümseyeceğim gecenin karanlığında.. Yüreğimi yüreğine katmış koşuyorum yine sana...Savunmasız, sakınmasız, sınırsız sevgimi haykırıyorum sana... Evet..Seni hala..ama hala Çok Seviyorum..

Aşk Üstüne


Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.


Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.



Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.



Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....



Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...



Hayatı ıskalamaya lüksün yok senin.....



Nazım HİKMET

Sen Bu Şiiri Okurken


Sen bu şiiri okurken
Ben çoktan bu şehirden gitmiş olacağım
Artık ne özlemlerimi duyacaksın bıçak yarası
Ne de telefonların çalacak gece yarısı
Ve bu zavallı yüreğim olmayacak artık
Kaprislerinin hedef tahtası...
Seni sana
Beni bir akıl hastanesine
Bırakıp gideceğim bu şehirden

Nasılsa kavuşamadım sana
Nasılsa dudaklarının kıyısına varamadım
Nedense bütün çıkmaz sokaklar adresim oldu
Ve nedense bütün kırmızı ışıkları üzerime yaktın
Ne yaptımsa
Bir türlü sana yaranamadım
Artık adressiz
Işıksız
Ve öylesine ıssızım
Dünlerin kadar eskiyim
Verdiğin acılar kadar paslıyım
İşte çıkıp gidiyorum hayatından
Nasılsa fark etmez senin için
Belki çok şanslı
Belki de en yaşlıyım...
Artık
Pusulam hasreti
Saatim yalnızlığı
Ve takvimler sensizliği gösteriyor bana
Neylersin
Yolcu yolunda gerek
Belki bundan sonra
Belki senden sonra
Adam olur bu "asi yürek"
Ve dersini alır da bu sevdadan
Bir daha
Boyundan büyük denizlere
Asılmaz kürek

Yarın bu saatlerde
Ben yollarda olacağım
Sen kimbilir kaçıncı uykunda
Masal mavisi bir rüyada
Ve elbette o korsan yüreğin
Yine pusuda
Oysa
İlk defa sesimi duymayacaksın
Sitemlerin sahipsiz
Soruların cevapsız kalacak
Belki ilk defa içini kemirecek yokluğum
Tanımadığın bir korku içini saracak
Ve ilk defa kendinle hesaplaşacaksın
Ne oldu?
Ne oluyor?
Ne olacak?
Sonra
Bir gözün kör
Bir kulağın sağır
Bir ayağın kırık
Bir kolun kesik
Düşeceksin yollara
Yani baştan başa yarım
Yani baştan başa eksik
Bütün duvarlar üstüne yıkılacak
Belki ilk defa
"Unutuldum" diyerek için sızlayacak
Ve sen bu şiiri okurken
Ayrılığımız çoktan başlamış olacak
Belki de son tesellin
Sana yazdığım "bu son şiir" olacak
Ve kimbilir
Unutulmuş bir gecenin tam ortasında
Başucundaki bir radyoda
Uykusuz bir şair yüreğini çınlatacak
Ve bir daha fısıldayacak kulaklarına
Sana adanmış bu satırları

"Bütün şehirler uyur
İstanbul uyumaz
Ve birgün
Bütün sevenler unutur seni
Ama bu "şair yürek"
ASLA UNUTMAZ..."

29 Nisan 2007 Pazar

Aşk Tarifi


> Evinin seni içine sigdiramayacak kadar dar oldugunu fark edeceksin...
> Sokaga fırlayacaksin... i
> Sokaklar da dar gelecek...
> Tipki vücudunun yüregine dar geldigi gibi...
> Ne denizin mavisi açacak içini, ne piril piril gökyüzü...
> Kendini tasiyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar
> küçüleceksin...
> Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
> "Önemli olan saglik."
> "Yaşamak güzel."
> "Boş ver, her şey unutulur."
> Sen hiçbirini duymayacaksin...
> Göz yaşlarindan etrafi göremez hale geleceksin...
> Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarinda ölmek
> isteyecek kadar çok seveceksin...
> Hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
> "Ölüme çare bulundu" ya da "Yarin kiyamet kopacakmis" deseler basini
> kaldirip Ne dedin?" diye sormayacaksin...
> Yalniz kalmak isteyeceksin...
> Hem de kalabaliklarin arasinda kaybolmak...
> Ikisi de yetmeyecek...
> Geçmişi düşüneceksin...
> Neredeyse dakika dakika...
> Ama kötüleri atlayarak...
> Onunla geçtigin yerlerden geçmek isteyeceksin...
> Gittigin yerlere gitmek...
> Bu sana hiç iyi gelmeyecek...
> Ama bile bile yapacaksin...
> Biri sana içindeki aciyi söküp atabilecegini söylese, kaçacaksin...
> Aslinda kurtulmak istedigin halde, o aciyi yasamak için direneceksin...
> Hayatinin geri kalanini onu düsünerek geçirmek isteyeceksin....
> Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
> Herkesi ona benzetip...
> Kimseyi onun yerine koyamayacaksin...
> Hiçbir şey oyalamayacak seni...
> Ilaçlara siginacaksin...
> Birkaç saat kafani bulandiran ama asla onu unutturmayan.
> Sadece bir müddet buzlu camin arkasindan seyrettiren...
> Bütün sarkilar sizin için yazilmis gibi gelecek...
> Bogazin dügümlenecek, dinleyemeyeceksin...
> Uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
> Sabahi iple çekeceksin...
> Bazen de "Hiç günes dogmasa" diyeceksin...
> Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
> Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
> Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çikana sarilmak isteyeceksin
> ...
> Nafile...
> Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
> Rüyalar göreceksin, gerçek olmasini istedigin...
> Her siçrayarak uyandiginda onun adini söyledigini fark edeceksin...
> telefonun çalmasini bekleyeceksin...
> Aramayacagini bile bile...
> Her çaldiginda yüregin agzina gelecek...
> Aglamakli konuşacaksin arayanlarla...
> Yüregin burkulacak...
> Canin yanacak...
> Bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
> Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
> Onun sesini bir kez daha duymak için yanip tutuşacaksin...
> Defalarca aradigi günlerin kiymetini bilmedigin için kendinden nefret
> edeceksin...
> Yasadigin şehri terk etmek isteyeceksin...
> Onunla hiçbir aninin olmadigi bir yerlere gidip yerleşmek...
> Ama bir umut...
> Onunla bir gün bir yerde karsilasma umudu...
> Bu umut seni gitmekten alikoyacak...
> Gel gitler içinde yasayacaksin...
> Buna yasamak denirse...
>
> ****
> Razi misin bütün bunlara...?
> Hazir misin sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
> O halde asik olabilirsin



CAN DÜNDAR

23 Nisan 2007 Pazartesi

Beni Anla


Seni Seviyorum


Gözlerin


Bir eylül akşamıydı,
İçimdeki haykırış...
Gökgürültüsüne karışıyordu,

Gözlerimdeki yaşlar,
Sağanak yaz yağmuruydu,
sessizce dökülen...
Garip bir duygu seli,

Ruhumda fırtınalarla özlem...
Dondurucu sessizlik,
Düşüncelerimdeki çığlıklar,
Sessiz kimsesiz...

Hayat mücadelesinde,
Artık tek başınasın,
Diye haykıran hayalimdeki,

Gözlerin...

22 Nisan 2007 Pazar

Sensiz Yıldızlara Bakamadığımı Bilmeni İsterdim


Geceler, bir okyanus gibi açılırdı önünde. Senin, geceyi yorumlayarak, ince şarkılarla ve uzak düşlerle zamanı genişlettiğini, ben bilirdim. Ağlardın ve sen ağladıkça dağılırdı karanlık...

Sayısız yıldızların vardı senin. Yıldızlara bakar ağlardın. İnsanlar dağılır, sesler susar; ve sen, gecenin hükümdarı gibi girerdin yalnızlığın ışıklı bahçesine. Geceler, bir okyanus gibi açılırdı önünde. Senin, geceyi yorumlayarak, ince şarkılarla ve uzak düşlerle zamanı genişlettiğini, ben bilirdim. Ağlardın ve sen ağladıkça dağılırdı karanlık.

Senin orada olduğunu, aşkın uzun ve sınırsız balkonundan bana baktığını düşündükçe aşk, sesime uyumlu bir şarkı gibi kolay gelirdi bana. Yaşamak anlamını bulurdu; katlanmak güç olmazdı yaşamın cefalarına. Senin, aşkın ve dayanılmaz ıstırapların gölgesinde gezindiğini, çıldırtan yalnızlığından aşağılara ipler sarkıttığını bilir; o iplere tutunmaya, yanına gelmeye cesaret edemezdim. Ben, senin yalnızlık balkonunu düşlerdim. Şarkılarına eşlik ederdim uzaktan ve ağlardım; bunu kimse bilmezdi. Uzakta dururdum, yanına gelemez ve gözlerine bakamazdım. Gözlerim gözlerine değince öleceğimi sanırdım. Senin hayalinden bile kaçırırdım gözlerimi. Ben, aşkın kıldan ince bir köprü üzerinde yürümek olduğunu bilirdim. Bakışlarına tutunamamaktan, yarı yolda senden ayrı kalmaktan; kelimenin diğer anlamıyla, anlamsız bir ölümle ölmekten korkuyordum. Ve ihtimal ki sen biliyordun bunu, benim mahçup; fakat sadık bir aşık olduğumun farkındaydın.

Bir gün, yalnızlığın ve yıldızlarının yörüngesini bırakıp gittin... Sessizce ve kırgın gittin; kalbinde sınırsız aşkının okyanuslarına dar gelen yolları açmak için. Bahardı... Ve bana şarkı söylemek anlamsız geliyordu. Senin orada olmadığını bilmek, gece yürüyüşlerimi adamakıllı çekilmez kılıyordu. Geceler uzuyordu biteviye; yıldızlara bakamıyordum sensiz. Gittiğin yer meçhulümdü. Uzaklıkların bu kadar zalim olduğunu öğrenecektim. Seni yakınımda bilmenin lezzetini, güvenini düşünecektim yeni baştan. Yüzünü düşleyecektim uzun uzun, ışık bahçesi yüzünü; gözlerimi kaçırdığım gözlerini... Seni mekanından bağımsız düşünmenin imkansızlığını kavrayacaktım. Yitirişin anlamsız boşluğunu, aşkın kanıksanmış yüzünü düşünerek bu baharı yaşamaya çalışacaktım, yaşanabilirse..

Ve bahar gelip geçti zalim rüzgarlar gibi. Bahçendeki yaseminler, leylaklar, erik ve kayısı ağaçları çiçek açtı sensiz. Her bahar senin bakışlarına alışmış kırmızı, pembe ve beyaz yediveren gülleri açtılar yine... Havuzun fıskiyesi, senin yıldızlara bakıp ağladığın gecelerin yokluğunda, yine dönüp durdu, ince ve kederli şırıltılar üreterek.

Sıra sıra bulutlar geçti yalnızlık balkonunun üstünden; serin şafak rüzgarları esti... Uzaklardan, sabaha karşı yapayalnız dinlediğin bülbül sesleri işitildi. Hepsi, hepsi senin yokluğunun farkındaydı sanki... Siyah beyaz bir film ve yavaşlatılmış bir şarkı gibi geçti bütün bahar.

Şimdi uzaklarda, ıstıraplı gece yürüyüşlerine ve ince aşk şarkılarına eşlik edecek yıldızların var mı, bilmiyorum. Geceyi yorumlayıp genişletirken sana eşlik edecek rüzgarların, kırmızı ve beyaz güllerin?.

Oradan, uzaklardan gelen mektupların beni teselli edecek yerde, bıraktığın derin boşluğu büsbütün çoğaltıyor içimde. Mektuplarına dokundukça küçülüyorum. Sen, her zamanki gibi metin ve mutmainsin. Bana yeniden, yeniden sevda dersleri veriyor; aşkın imkansız denizlerine atıyorsun. Şarkımızı bir başka tonda yorumluyorsun her mektubunda.

Bana aşkı, şarkı söylemeyi ve ağlamayı sen öğrettin. Senin sesinde buldum şarkıların en güzel anlamını. Derinliği senin gözlerinde fark ettim. Senin yüzünden devşirdiğim ışıklarla çıktım yollara. Yaşamayı seninle sevdim; senden önce ne varsa buruşturup attım ve dönüp bakmadım bir daha. Yaşamın sensiz sürebileceğini, senden başkasının gözlerine bakabileceğimi düşünmedim hiç. Şimdi uzaklarda olman küllendirmiyor hiçbir şeyi, beni ümitsiz kılmıyor. Mektuplarına, bana öğrettiğin şarkılara ve geçindiğin yollara tutunup yürüyorum. Dönüp geleceğin günü bekliyorum. Yine oradan yıldızlara bakacağın, ıstırap denizlerinde gezine gezine beni aydınlığına çağıracağın günleri... Yalnız ben değil, ellerinle büyüttüğün ve yüreğinin ışıklarıyla yeşerttiğin her şey seni bekliyor. Ve en son: Yalnızlık balkonunda kırmızı bir gül açtı, seni karşılamak için.

Beni sana, bir tek şiirin anlatacağını düşünüyorum. Dilimde hep onu gezdiriyor ve sınırsız bir özlemle bekliyorum:

Efendimsin cihanda i'tibarım varsa sendendir
Miyan-ı aşıkanda iştiharım varsa sendendir.
Benim feyz-i hayatım hasılı ruh-ı revanımsın
Eğer sermaye-i ömrümde karım varsa sendendir.

İnsanı İki Şey Öldürürmüş


Bir Sabah Zamanı Durduran Sen


21 Nisan 2007 Cumartesi

Aşk . ..


AŞK ...

Aşk; yalnız bir operadır kış güneşinde dinlenen.

Aşk; bazen bir zaman hatasıdır.

Aşk; bazen kavuşamamak, adını karalamaktır kağıtlara.
Uzun bir suskunluktur ya da durmadan ondan konuşmaktır.

Aşk; bir filmin, bir karesinde takılıp kalmak...
Bazen tuhaf bir cesaretle meydan okumaktır.

Aşk; bazen nedenini bilmediğiniz bir duraksamadır.

Aşk; bir harabenin ortasında birşey bulup da ne yapacağını bilemeyen
iki savaş çocuğu gibi kalmaktır.
Eylül'ün toparlanıp gitmesini izlemektir.
Bir bakış bile anlatmaya yeterken herşeyi
kalbinizi dolduran duyguların kalbinizde kalmasıdır.

Aşk; canınızla beslemektir hüznün kuşlarını.

Aşk; vazgeçmektir gözlerinden.
Geceleri ansızın nedensiz uyanmaktır uykularından, usul usul ağlamaktır.

Aşk; birgün anahtarın ters döneceğine inanıp ışığa kavuşmayı özlemektir.

Aşk; buralardan öylece çekip gitmek ve sonunda kendine bir gül vermektir.
Acını içine alıp, göz damlalarını tutup, güçlü olmaya çalışmaktır.

İclâl Aydın

AŞK...


AŞK ...


Aşk; yalnız bir operadır kış güneşinde dinlenen.

Aşk; bazen bir zaman hatasıdır.

Aşk; bazen kavuşamamak, adını karalamaktır kağıtlara.
Uzun bir suskunluktur ya da durmadan ondan konuşmaktır.

Aşk; bir filmin, bir karesinde takılıp kalmak...
Bazen tuhaf bir cesaretle meydan okumaktır.

Aşk; bazen nedenini bilmediğiniz bir duraksamadır.

Aşk; bir harabenin ortasında birşey bulup da ne yapacağını bilemeyen
iki savaş çocuğu gibi kalmaktır.
Eylül'ün toparlanıp gitmesini izlemektir.
Bir bakış bile anlatmaya yeterken herşeyi
kalbinizi dolduran duyguların kalbinizde kalmasıdır.

Aşk; canınızla beslemektir hüznün kuşlarını.

Aşk; vazgeçmektir gözlerinden.
Geceleri ansızın nedensiz uyanmaktır uykularından, usul usul ağlamaktır.

Aşk; birgün anahtarın ters döneceğine inanıp ışığa kavuşmayı özlemektir.

Aşk; buralardan öylece çekip gitmek ve sonunda kendine bir gül vermektir.
Acını içine alıp, göz damlalarını tutup, güçlü olmaya çalışmaktır.

İclâl Aydın

20 Nisan 2007 Cuma

Platonik Aşk


platonik aşk..
Sana uzaktan bakıyorum. Sana bakmak inanılmaz mutlu ediyor beni. Sen gidince aklım da senin peşinden sürüklenip gidiyor, yüreğim de.. Yanında biri mi var, ona bir şey mi söylüyorsun, onunla gülüyor musun.. içim yanıyor. Ama senden sonra gördüğüm o insan birden senden biri oluyor. Senin baktığın her yer artık güzel, senin konuştuğun her insan, özel oluyor.

Sen evine şu yollardan gidiyorsun. Ardından yürüyorum. Beni fark etmiyorsun. Önünden geçtiğin evlere, gölgesinde yürüdüğün ağaçlara, her gün bindiğin otobüse bakıyorum. Senin gözünle bakıyorum. Sen yokken de o yollardan defalarca geçiyorum. Senin kokun, senin havan, senin auran sinmiş havaya.. Sanki seni soluyorum.

Akşamları ne yaparsın acaba? Sofraya oturduğun zaman yanında kimler var? Hangi yemeği severek yersin, neyi sevmezsin? Kitap okur musun? Hangi kitapları seversin? Ne tür filmlerden hoşlanırsın? Televizyon izler misin? Gece sokağa çıkar mısın? Arkadaşlarınla en çok neye gülersin? En çok kim kızdırır seni..Hangi futbol takımını tutarsın?

Bilmeliyim. Senin hakkındaki bütün ayrıntıları öğrenmeliyim. Çünkü ben de o filmlere gideceğim, ben de o dizileri izleyeceğim, ben de o yemekleri seveceğim ya da nefret edeceğim. Bilmeliyim. Baştan kuruyorum dünyamı. Seninle yaşamaya başlıyorum.

Onca kalabalığın içinde, karmaşık yaşamın ortasında eğer sen varsan daha seni görmeden bir kuş gibi çırpınmaya başlıyor yüreğim. Bir ışık çarpıyor yüzüme, bir sıcaklık yürüyor göğsümde. Anlıyorum ki sen varsın. Sen ordasın. Sen gelmişsin. Bakmadan, başımı çevirip seni görmeden varlığının farkındayım.

Ey uzak uzak baktığım.. göz göze gelmeden, saçını okşamadan, değil bir rüyayı bir cümleyi paylaşmadan sevdiğim sevgilim. Bir aşk filiz verdi, fidan verdi, kök saldı içimde. Onu sana göstermek için ömrümü veririm

Şizofren Aşka Mektuplar


Usuyen gozlerinle geldin yanima,Kanli bir denizde nereye gittigini bilmeyen siyah yelkenliydi gozlerin...Isyan usur mu?
Usuyordu gozlerinde....Dusundum sen benim....Duslerim gozlerinde usuyordu....Kisacik dar vakitler sunulmustu bize....
Iki kisinin bile yan yana yuruyemiycegi dar sokaklar sunulmustu bize....
Hayati seviyorum eksik bir seyler var,daha yasamak istiyorum,desen ne olur,hayat kirli,hayat guvenilmez....Kime guvenip
yola cikacaksin ki,beni istedigin gibi yargilayabilirsin.....Beni sevdigini soyle bildigim herseyi o an unuturum......
Beni sevdigini soyle senin icin gordugum butun duslerimden vazgecerim......


CEZMİ ERSÖZ

Bir gidişi yaz” dediler, “yazarım” dedim… gitmeleri öğrenmiştim.



Susardı, susardım, susardık, suskularca…..

Bilinir bilinmez bir şarkının içinde kaybolurduk.
Biz en çok susmayı sevdik, sevmeyi sevemediğimiz kadar.
Koptuk ve dağıldık her şeye.
Giderken durduramadık birbirimizi.
Durdurmaya elin, elim, ellerimiz yetmedi.
Eğitemedim çocuk kalmış korkularını, yanılgılarını törpüleyemedim. Sana gerçekleri gösteremediğim gibi.

Giderken durdurmalıydın beni, yapmalıydın, yapamadın.
Durdurmaya gücün, gücüm, gücümüz yetmedi.
Belki de yoktu, biz var sandık.
İnsan isterse yolları aşıyor, sen kapının eşiğini aşıp gelemedin. Geldiğim gibi gidemedim, gittiğim gibi dönemedim yüzüne.
Sen, bildiğim sen değilsin artık.
Ben, bildiğin ben, değişemem.
Değişmelere suskun dudaklarım.

Şimdi acı, yolunu şaşırmış bir deniz kaplumbağası gibidir yüreğimde. Şaşkın ama inatçı.
Şimdi sen, adı geçmişte saklı ince bir sızı.
Şimdi biz, bir şarkıdan çalınmış iki nota gibiyiz.
Eksiğiz ve yokuz.
Dilsiz ama mutluyuz.

Bir kapının eşiğinde kaldı her şey.
Beni dışarıya göndermeyecektin, içerde tutacaktın, arkamdan gidişimi seyretmeyecektin, yollara yürümeyecektim, sesimi gidişlerde yitirmeyecektim. Sesimi geceye vermeyecektin.
Şimdi, kaldır gözlerini ve geceye bak. Sesimi gör yukarıda, ortada bırakılmış tellerimi. Densiz ama dengeli satırlarımın anlamını kavra. Geceye bak, sesimi kaydırma.

Kimsenin öğretmediği bir şeyi öğretmeni dilerdim, ayrılırken ama sen herkesin öğrettiğini yineledin.Şimdi aşk, inançlarını yitiren bir ayyaştır köprü altlarımda..

Biz ki geceleri paylaştık, yastığı, şarkıları.
Biz ki sözleri paylaştık, kelimeleri.
Biz ki yüreği paylaşamadık, paylaşamadım galiba.
Nedendir bilmem, eksik kaldık korkulara.
Nutku tutulan gecelerin isimsiz sabahlarında, yanlış ve yangın kaldık.
Geride kalan kırık ezgiler ve yorgun ruhların dansı.

Sokağımın serseri gülüşü, gençliğimin asi sevgisi, isyanımın suskun gezgini. Gitmeye meyilli değildim, olduğum gibiydim, dinletemedim, dinletemedin, dinletemedik belki de.

Şimdi sen, aksak bir hüzün, nerede coşacağını bilmeyen.
Şimdi ben, değişemeyen bir şehir, nasıl sevileceğini bilen.
Şimdi biz, olmayan bir şeyiz.

Bir kapının eşiğinde kaldı her şey.
Konuşmak anlamsız, susmak kalabalık, ayrılık bulaşıcı.
Sevda, kör topal yürüyen bir dilenci gibidir artık.
Seni sevdim ama gönderdin. Gönderilince dönemiyorum.
Ben bir çiçeğim asi yanım, solunca aynı elde açamıyorum.

Susuyorum, susuyorsun, susuyorlar, suskularca….
Bir gidişi yaz, dediler, yazarım dedim.
Gitmeyi öğrenmiştim, kalmayı öğretemediğim kadar.

Bir gidişi yaz, dediler, yazarım, dedim.
Gitmeyi giyinmiştim, yakıştırılmıştım veda sözlerine, merhabalara alıştırılamadığım kadar.

Bir gidişi yaz, dediler, yazarım, dedim.
Çok gitmiştim, söz gitmiştim, uzun gitmiştim, sesimi duyuramayacak kadar.

Bir gidişi yaz, dediler, yazmaya giderken kendimden geçmişim.
Arkama dönüp baktım, sende beni gördüm, el salladım.
Artık çok geç, sendeki ben için çoktan bitmişim !….

Bir yazı nedir ki aslında


Bir yazı nedir ki aslında...
İki piyango bileti boyunda bir köşe yazısının ne ağırlığı olabilir ki?


Bir çeyrek bilet peşinde çaresizce umut kovalayan milyonların karşısına dikilip "Durun bir de beni dinleyin. Ben de hayatınızı değiştirebilirim" diyebilir mi yazı?
Onlara bir çeyrek biletten göz kırpan serveti vaat edebilir mi?



Yoksulluğun acı nefesiyle uzandıkları bir yastıktan, servete boğulmuş olarak uyanma hayalinin yerine geçebilir mi?
Hayatı değiştirebilir mi? Her yazı, bu iddiayı değilse bile, bu umudu barındırır satır aralarında...



* * *



Her bilete vuran bir ikramiyedir yazı... Harflerle ilmeklenmiş uçan halısına bindiğinizde, birkaç dakikalık yolculuk boyunca, umudun başka adreslerini de gösterebilir sizlere -ki o da az zenginlik- değildir.


Kelimeler öyle bir araya toplaşır ki bazen, rüzgârlar doğuran bir ormana dönüşür yazı...



...kramp olup saplanır yüreğinize...
Karanlık bir gecenin ardından, sabahla kapınızı çalan sessiz bir dosttur; kendinizi en yalnız sandığınız anda beklenmedik bir köşeden gülümseyen, sizi sizden iyi bilen ya da sizi size şikayet eden..


...bir dildir, dilinizdekini yazan; bir tutam saç, omzunuza yaslanan...


Gözbebeklerinize tutunup, beyninize sızar, kalbinize işler; "İşte ben de tam bunları hissediyordum" dedirtir size bazen; gözyaşlarınızla tuzlanır.


Silkeler ruhunuzun tozlarını, en derine gömdüğünüz yaralarınızı kanatır, tutup kelimelerle kabuklarından...


Kesip asarsınız duvarınıza; buruşup bekler orada, benzi solgun bir tercümanı gibi söyleyemediklerinizin...
Yazan eli tutacak kadar yakınlaşırsınız okudukça;


...o el bazen bir tokattır, sözcük sözcük kırbaçlaşan; bazen şefkatli bir dokunuş, saçınızı okşayan...



* * *



Yazan açısından ise nadiren bir cennettir yazı; çoğu zaman cehennem...


...bir iç dökme seansıdır, konuşma özürlülerin...


Satırlar uzadıkça siz yazıyı yazmazsınız artık, yazı sizi yazar.
Mürekkepten bir banyoda şeffaflaşır cildiniz. Ruhunuz her sözcükte biraz daha soyunur. Her cümle, yeni bir düğümünü çözer yüreğinizin...


...ve yazı, ele verir yazarını...
Bazen de bir silah olur öfke kusan; doğrar satırlarla zulmün askerlerini...


...ustasının elinde öyle yaman bir kılıç ki, bin söze değişmem.


İdam fermanıdır yazarının; cellâdı, darağacı...


Kâh yangına dökülen bir tas benzindir, kâh yaraya basılan bir tutam tütün...
Bazen yazdıkça bilenirsiniz: kalemin sivri ucu, biley taşında alev alev keskinleşen bir bıçağa döner; sürtündükçe kâğıda...


...lakin zamanla, yazdıkça ucu kütleşen sivri uçlu bir kalem gibi törpülenir yazarın da sivrilikleri, kalemle birlikte olgunlaşır sahibi de...



* * *



Bu yıl tam 20. yılı yazıyla flörtümün... Yeni yetme bir üniversite öğrencisi olarak Yankı Dergisi'nin kapısından girip ilk ustam Mehmet Ali Kışlalı' nın ellerine teslim edildiğimde 1979'du sene...
20 yıl boyunca, ben yazılarımı yazdım, yazılarım beni...



Kah yazının güvenli omzuna dayadım başımı, kah omuz vermeye çalıştım, başını dayayacak yazı arayanlara..
Şimdi eskiyen bir yüzyılın sonunda, bir yeni yılın sabahında sizinle buluşup harflerle ilmeklenmiş bir uçan halıyla yolculuğa çıkıyorum yeniden...


...milyonların bir çeyrek bilette aradığı umudun başka adreslerini keşfedebilmek için...


"Bir yazı bunu yapabilir mi?"


Yapabilir; çünkü her yazı, bir hayattır.

Can DÜNDAR

Söyle Ona


söyle ona ağlamasın

güneş battı bile..

turkuaz gece onun için doğuracak dolunayı...

sevinsin..

döneceğiz yakında,gitmedik ama döneceğiz..

ağlamasın artık

mumları yaktık biz..

duymazdan gelsin yan odadaki ağıtları...

müjdelendi o,söyle!

söyle de sevinsin..

yakındır dönmemiz,

beklesin..

adamcıklar üşüyorlar ateşi söndürmesin..

yelkenlileri kattık peşimize

dalgaların köpüğünden kolye yaptık ona..

ağlamasın artık..

19 Nisan 2007 Perşembe

Tuzlu Kahve


TUZLU KAHVE

Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...

"Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.

"Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi. "Kahveme koymak için."

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.

Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var." dedi.. Delikanlı anlattı: "Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
Onları ve evimi öyle özlüyorum ki..."

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...

O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...

40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye
bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: "Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.

İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
şeker diyecekken 'Tuz' çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...

İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da..."

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl bir şey?" diye soracak oldu..

Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi...

17 Nisan 2007 Salı

Ya canım ellerini tutmak isterse


O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler...
Arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer...

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile
En güzel yerde başlatılsaydı eğer...

Utanılacak bir şey değildir ağlamak
Yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer...

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık
Çalınan birinin kalbiyse eğer...

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların
İnsan bütün derilerden soyunabilseydi eğer...

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses
Hiçbir zaman duyulmasaydı eğer...

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar
Kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer...

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla
Öylesine delice bakmasalardı eğer...

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
Kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer...

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin
Son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer...

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman
Meydan savaşlarında korkular aşkı ağır yaralamasaydı eğer...

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman
Beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer...

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla
Tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer...

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi
Yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer...

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar
Son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer...

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri
Her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer...

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de
Dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer...

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel
Namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer...

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından
Dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer...

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de
Sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer...

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine
Kulağına okunacak biri olsaydı eğer...

İnanmak mümkün olmazdı

her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de

Kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer...

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar
İhanetinden onlar da payını almasaydı eğer...

Issızlığa teslim olmazdı sahiller
Kendi belirsiz sahillerinde

amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer...



Sen gittikten sonra yalnız kalacağım....

Yalnız kalmaktan korkmuyorum da...

Ya canım ellerini tutmak isterse !!!



Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu...
Kim uzanmak isterdi ince parmaklarına...
Mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer !!!




OYUNCAKLARI BIRAKIP, YÜREKLERLE OYNAYALI...

OYUNLARIN ADI ''aşk'' KALDI...!

BENSE ÇOCUK !!!

16 Nisan 2007 Pazartesi

Aşkta yarın yoktur sevgili


Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili.

O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır.

Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur.

Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar.

Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,anneler ve korkular yoktur.

Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili.

İnsan bir başka ışığa teslim olur...

Aşkta yarın yoktur sevgili.

Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir.

Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur.

Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur.

Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.


Hindistan`da Ganj Nehri`nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de...

Newyork`ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da.

Her şey onunladır, ona emanettirsanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...


Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan...

Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye.

Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim.

Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...


Aşk çok eski bir şeydir sevgili.

Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer.

Sevdiğimiz insanların çocuklukları da...

Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer.

Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider,hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...


İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır.

Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır...

Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu.

Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara...

Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...


İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler,kıyılar çekecek bizi.

Nasıl biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...


Birazdan sabah olacak...

Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular başlayacak...

Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili.

Birbirimizi kandırmayalım...


Hadi güne hazırlan.

Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını,cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını gerialacak.

Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...


Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...


Aşkta yarın yoktur sevgili...


(Cezmi.Ersöz)

15 Nisan 2007 Pazar

Bu Şehrin Mezarları


Bu şehrin mezarlarında selviler ağlar
Bir hışırtı içinde uyur zaman
Yeşil bir sessizlik sarar toprağı
Sonra bir ney sesi gelir uzaktan
El ayak kesilir
Bu şehrin mezarlarında her gece
Ayrılık şarkıları söylenir

Bu şehrin mezarlarında bir ay doğar
Işır sana uzanmış elleri ölülerin
Ölüler çaresizÖlüler dilsiz
Ölüler senin yokluğunla kederli
Onlar ölmüş, sen kalmışsın
Besbelli

Bu şehrin mezarları
Bu şehrin mezarları dört duvar
Sokulmuş ölüler birbirine
Seni anlatırla

Ümit Yaşar Oğuzcan

Dünyanın 7 Harikası


Görebilmek...



Duyabilmek...



Dokunabilmek...



Tadabilmek...



Hissedebilmek...



Gülebilmek...



Sevebilmek...

14 Nisan 2007 Cumartesi

Rüyalar Şehri İtalya































Sen


Sen.

Başıma gelen en güzel şey.

Sen.

Tüm yüreğimle, tüm hücrelerimle sevdiğim.

Sen. Hayatımın ilham kaynağı.

Sen.

Yüreğimin vazgeçilmezi, "arkadaş"tan,"dost"tan öte. "her şey"im.

Bir "nefes" kadar yakınsın bana.

Bir "hasret" kadar uzak.

Bir "kar" kadar sevgi dolusun bana.

Bir "yağmur" kadar huzur verici.

Bir "beyaz" kadar güzelliklerle sırlısın.

Bir "siyah" kadar koruyucu.

Bir "ateş" kadar sıcaksın bana.

Bir "su" kadar yürek soğutucu.


Hayatımdaki tüm şeylere dair her şeysin, her şeyim.

Vazgeçemediğim, vazgeçemeyeceğim, "vazgeçilmez"im.
Kelimelere sığdıramıyorum seni, hayatıma sığdıramadıktan sonra.

Seni anlatmaksa, hiç kolay değil.

Bazen bir omuzsun, en rahat dayanabileceğim.

Bazen bir yüreksin, kuytu köşede kalsam bile her an orda olacağım.

Bazen bir yuvasın, ne olursa olsun, yüreğinde konaklayabileceğim.

Bazen bir meleksin, en zor günlerimde o meleğe sığınıp, ağlayabileceğim.
Bilirsin benim gözlerime ne kadar değer verdiğimi.

Bak onlara, orda SEN varsın ve her zaman da SEN olacaksın.


Her zamanki gibi bak onlara, umut dolu, sevgi dolu, ücük dolu.

Bak ki; bu gözler onları görünce, bir kez daha anlasın, senin benim başıma gelen en güzel şey olduğunu.....

Korkuyorum Sana Alışmaktan


Korkuyorum sana alışmaktan...
Ya Gidersen??
Neden bu kadar hayatımın içindesin ki sanki? Beklenmeyen bir anda geldin ve hayatımın tamda merkezine oturdun kaldın... Oysa ki sen davetsiz bir misafirdin sence de haddini aşmamış mıydın uzun zamandır kimsenin girmediği(giremediği)kalbimin gizli kapısını tıklarken(!) ? Önce o kapıyı duymamazlıktan geldim , kaçmaya çalıştım ; yok olmadı işte... Sen o masumluğunla o kapıyı tıklarken sana karşı kayıtsız kalamazdım duyuyordum seni.. Günden güne alıştım sana... Oysa ki ben çok korkuyordum sana alışmaktan; çünkü biliyordum , adım gibi biliryordum bir gün gideceğini... Sen bambaşka bir mevsimin çiçeğisin , ben hep sonbahar.Ben bir çiçeği yeşertecek kadar güçlü değilim anla bunu,güneşim yalancı ısıtamaz ki yüreğini! Kaçıp kurtulmaya çalıştıkça daha çok içine girdiğim bir girdap gibisin...Yok mu bir kurtuluşum? Adı aşk mı bu alışkanlığın? Aşk olmamalı ben hep kaçtım aşktan , aşk beni böyle ansızım , ummadığım bir anda yakalamış olamaz..
Yoo aşk değil bu , aşk olamaz , olmamalı peki öyleyse ne? Biliyor musun kalbimin senden önceki davetsiz misafiri de böyle masumca ansızın gelmişti... Kendimce kalbimdeki misafire hürmette kusur etmemiştim ; ama neden bilmiyorum o giderken kalbimide yakıp yakıp öyle gitmişti , ancak toparlandım derken şimdi de sen? Yoo hayır kalbim artık çok güçsüz bir kez daha yıkılırsa toparlayamam onu , bir gidişi daha kaldıramaz .. Ah bir bilsem ki hak edeceksin bu sevgiyi kabulümdür senle gelen her hüzün ; ama bilmiyorum.. Tek bildiğim er ya da geç gideceksin, ben benle tek bırakıp gideceksin... Evet korkuyordum sana alışmaktan , korktuğum başıma geldi alıştım; ama daha vakit erken gideceksen şimdi git sana daha çok bağlanıp sevmeden... Hiç girme kalbime sessiz sedasız git... Gitmeyeceksen de öğret bana sevgiyi taa en başından yalansız , yanlışsız!

Yaşam Nedir ?



Gökyüzünde dünyayı yaşarken sonsuz özgürlüğümle birlikte, yaşamı arıyordum ne olduğunu bilemeden... Bir su damlasıydım, güneşin ışıklarında renklerle oynayan, karanlıklarda yıldızlarla konuşan... Mutluydum rüzgarla birlikte maviliğe savrulurken, mutluydum kuşlarla kanat çırparken, mutluydum gökkuşağı olup renkleri saçarken... Takılmışken bir bulutun peşine, görürdüm yaşayanları yeryüzünde... Hepsi zamanla koşar gibi, hep bir şeylerinpeşinde... Bazen bir kuşun kanadına karışır, uçardım onunla, rüzgâra karşı çığlıklarla birlikte. Yaşamı sorardım kuşlara, nedir diye? Özgürlük derlerdi bana... Göklerde özgürce kanat çırpabilmek, rüzgâra baş kaldırmak. Ama yağmur yağdığında özgürlükleri elinden alınır, ağırlaşan kanatları daha fazla çırpınamazdı damlalar karşısında... Sığınırken bir kaya kovuğuna, özgürlüklerini teslim ederlerdi yağmura, sessizce...
Karıştım bir gün yağmur damlalarının arasına, gücü hissedebilmek için...Toprağa karışmak istedim, çoğalmak istedim, azgın bir nehir olup akmak istedim, deniz olmak istedim, yaşamı bulmak istedim, yaşam olmak istedim... Terk ettim gökyüzünü güneşe veda edemeden... Altımda gittikçe büyüyen yeryüzü beni kendine doğru hızla çekerken daha da büyüdüm, çoğaldım. Koşmaya başladım bir an önce toprağa kavuşabilmek için. Yaşamı hissedebilmek için... Yaşam olabilmek için... Toprağa ilk dokunuş, ilk sarılış... Sıcaktı toprak, gökyüzününolamadığı kadar... Beni sarmaladı şefkatle, beni içine aldı sevgiyle...Sevdim onu... Seviyorum dedim yaşamayı seninle birlikte...Toprağınderinliklerinde, karanlık sıcaklıklarda güveni hissettim... Zaman geçtikçe büyüdüm, çoğaldım... Yerimde duramaz hale geldim... Güneşi özledim... Yıldızlara merhaba demek istedim.... Terk ettim toprağı. Sıcaklığını, şefkatini. Bir sabah çiçekler açarken gökyüzünügördüm yeniden... Öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür... Aktım, gittikçe büyüyerek... Beni sarmalayan toprağa dokunarak aktım... Nereye gittiğimi bilemeden... Sadece yaşamı ögrenebilmek için aktım... Benimle çiçekler açtı ağaçlarda, topraktan otlar fışkırdıdelicesine... Ben onlara yaşamı sunarken, cevap veremediler bana yaşam nedir diye sorduğumda... Büyümek istedim... Daha hızlı akmak, denize kavuşmak istedim... Aktım gökyüzünün görünmediğiıssız ormanların arasından, yıllardır kımıldamaktan korkan taşları peşimde sürükleyerek, başkaldırırcasına ... Başakların rüzgârla dans ettiği ovalara geldiğimde duruldum... Onları seyredebilmek içinyavaşladım... Sordum uçuşan kelebeklere yaşamı... Rüzgarla dans mı diye?.. Cevap vermediler bana... Denizi aradım uzaklarda, görebilmek için köpürdüm, taştım ona bir önce dokunabilmek için. Sonra bir sabah, daha güneş ışıklarını serpmeye başlamamışken dünyaya, uzaklarda maviliği gördüm... Gördüm orada canlılığı,başkaldırmışlığı, hasreti... Kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak istedim... Koynuna girmek istedim bir sevgili gibi... Sevişmek istedim onunla... Yaşamı istedim ondan... Dokunduğumda denize, balıklar kaçtı benden, suyum karıştı denize... Bir oldum onunla... Ufacık bir damlaydım, bulut oldum, toprak oldum, deniz oldum, okyanus oldum. Kapladım dünyayı canlılığımla. Dalgalarla oynarken derinliklere karıştım... Derinliğin sessizliğinde güzellikleri buldum... Yaşam gizlenmiş güzellikler midir diye sordum denize?Cevap alamadım... İnsan olmak istedim... Yaşamın ne olduğunuöğrenirim diye...Döl oldum genç bir erkeğin ateşli vücudunda... Yıldızlı bir gecede can oldum bir dişiyle... Büyümeye başladım içinde olduğum insana fark ettirmeden... Büyüdüm, büyüdüm... Aynı toprak gibi sıcak ve karanlık bu yer bana güven verdi, huzur verdi... Zaman geçtikçe, yerime sığamaz hale geldim... Güneşe sarılmak istedim... Yıldızları görmek, denizle konuşmak istedim... Yaşamı insanlara sormak istedim... Işıkla tekrar kavuştuğumdaözgürlüğümü hissettim yeniden... Küçük bir su damlasıyken gezdiğim gökyüzünü yeniden görebilmek mutluluk verdi... Büyüdüm zamanla... Diğer insanlarla birlikte, zamanla birlikte... Sordum insanlara yaşam nedir diye?.. Cevap veremediler... Bir gün aşık oldum birisine, neden diye sormadan kendime... Bir kuş gibi özgürce, bir nehir gibi delicesine akarak, bir deniz gibi sınırsızca sevdim birisini... O zaman anladım ki; YAŞAM SEVGİDİR... SADECE SEVGİ.

13 Nisan 2007 Cuma

Neden Birşey Demiyorsun

4ec1bd4e592c3a21133a52ed78199e20
Neden bana bir şey demiyorsun.Üşüyorum.Ellerim kırılıyor soğuktan.Yüreğimde buruk bir acının kırılgan notaları.Hala söylemeyecek misin.Bak kar yağıyor.Yollarda ölümün izi var.Korkuyorum hem de...neden neden bir şey demiyorsun.Görmüyor musun üşüdüğümü.
Kimsesiz kalsam,kelimelere dalsam,kitaplar arasında kaybolsam,beni anlatacak bir kelimen olur mu suskuya dair.Söylenmeden neden susuyorsun.Susuş o dur ki bir şeyler söylemeye hazır duruştur.Korkma incitmem yüreğini.Değdir bakışlarını gönlüme.Yansın:Kavrulsun.....çevir ölümümü hayata.Bak yoruluyorum üstelik.Ellerim soğuğa dayanmıyor.Çatlıyor faylar gibi,yüreğime değdirince dumanı yayılıyor ortalığa.Aşk kokusunun... Neden hala susuyorsun.Bu susuş nerden çıktı.Görmüyor musun kışın geldiğini,ayazın ağaçlar arasında saklambaç oynadığını.Birazdan yakalanacağım halbuki ellerimde kalacak yine sana topladığım çiçekler.Solacaklar hem de.Neden yoksun.Bak ölüm beliriyor yeniden.Bir kelam yazamıyorum sayfalara.Ellerim öylece asılı kalıyor ismini yazınca.Kalbim duruyor.Nefesime soluk kalmıyor.Yüreğimde izin varken ciğerlerimde havalar teneffüse çıkıyor.Söyle neden bu susuş.Neden bu yitiş.Kime gideceğim ben.Kim olacağım... İsim ver bana ey denizlerin maviliği:İsim ver bana boğulmadan dalgalarda.Bilemeceleri çözüp suallere gebe kalan umutlarım bana dirilmeyi erteliyor.Gece oluyor hem de biliyor musun.Üşüyorum...üşüyorum.Anla beni.Bu susuş bana göre değil.bana istediğim suskuları dirilt.Acıtma hem kendini hem de denizleri.Kana bulandırma hiç bir şeyi.Geçilmez olur o zaman hiç bir mahalle.Bana bir şey söyle...Sözsüz bakışlarınla.Anlarım bütün meşaketini geçtiğin yollarının.. Hadi söyle ki sana bir bakışımı verdim.Bir gümüş hızmamı sana adadım.Asıyorum gecenin uzak düşlerine.Bir mektup yazdım de...göndermediğim.Öylece duran..Söyle söyle ki şu karşıki duvarda hayalini diriltirm.Biraz önce uçan martı senden haber etti iyiymişsin de...Söyle artık bu kalabalık içnde kimseyi göremiyorum:Herkes sen olmasan sen herkes olup söyle artık.Yüreğim bu susuşa tahammül edemiyor. Neden bir şey demiyorsun.Yoksa susuş asrında mısın.Bilirim hiç bir kelimeye mecalin yok.Ama en azından indirip bakışlarını göklerden ayağının dibinden geçn karıncaya bir bak.Göreceksin onda seni arayan bakışlarımı.Üşüyorum ısıt içimi.Bakışın baharın temsilcisidir. Bu susuş:arafta bir başına kalmış bir öykünmedir.Ne olacağını bilmeden isimsiz kalmaktır.Belki külden ve dumandan onca bir hikayenin belki bitiş belki de başlangıç haddidir. Söyleme bana ağladığını yağmurları şahit tutuyorum gözyaşlarına.Onlar ki bir sağanaktır gözbebeklerinden.Öpüyorum her damlasını.Sevdiğimin hatrına.Senin hatrına.Mavi bir korku ya asıl itibarı mavi bir ölümdür.Ölüm ki dirilmenin meşayığıdır.Öldüm ben.Hadi dirilt kendini.

B.Can

Masal Olmuyacak Aşkımız

Her halinle başka güzelsin sevdiğim böyle.
Gözlerinin rengine vuruldum gördüğümde.
Hayran kaldım senin kişiliğine, sevdikçe
Bir esinti gibi girdin aniden kalbime.
Ben kaçtıkça, kovaladın düştün peşime.
Hep düşündüm severmiyim seni diye.
Böyle bir aşk, üzer mi beni sence.
Med ve cezir gibi olur düşündüğümde.
Tövbe etmiştim ben, aslında sevmeye.
Senden çok etkilendim bilmem niye.
Yıllarca kaçtım aşktan, aşk ise benimle.
Sevgileri yaşadım yalnızca, hayaller de.
Gizli kaldı kalbimin derinliklerinde.
Göz yaşlarım sel oldu kimi zaman kendim de.
İçimde ki korkuları yenemedim ömrümce.
Korkum sevmekten, aşktan dı sevdiğim.
Bir heyecan kapladı yüreğimi, şu an da.
Sevmekten korkuyorum işin aslı buysa.
Aslında aşkta güzel, yaşandığında.
Kilometreler de olsa geleceğim birgün sana.
İçimde ki ateş, akacak tüm vucuduna.
Belki de titreyeceksin karşımda.
Ellerim avuçlarında, kaybolacak tuttuğunda.
Seni hissetmek off...ne güzel olsa.
Dudaklarını mühürleyeceğim büyük aşkla.
Gözlerin de kaybolacağım sonsuzlukta olsa.
Sevgini yaşatacağım kalbim de büyük hazla.
Seni seveceğim masal olmuyacak aşkımız da.,
Aslı Keremine kavuşacak bu şiirin sonunda.

Menekşe Gülay / 4/5/2007

deneme

dsad saddsadasd