*Süper Baba''nın müziğini flütle çalmışsanız
*Polis Akademisindeki her sesi çıkaran adama hayranlık duyuyorsanız
*Okulda kola kutusunu ezip mac yaptiysaniz (kızlar yan yatırıp üstüne tam ortasına ayagı yerlestirip ustune basıp yururlerdi, topuklu ayakkabı gibi olurdu)
*Bakkala gönderilmenin en güzel yanı küçük sarellenin dibini minik plastik kaşığıyla kazımak veya leblebi tozu yiyip konuşmaya çalışmaksa
*Aterideki ördek vurmaca oyununda silahın nasıl çalıştığına hala kafa yoruyorsanız
*Işıklı spor aykkabılar hava atmanın önemli bir unsuruysa
*Anne saat kaç, simiiit, birdir bir,çatlak patlak, yakan top gibi kalabalık oynanan sokak oyunlarından sonra anneniz sizi balkondan yemeğe çağırdıysa...
*Bir sanal bebeğiniz olduysa...
*Çizgifilm şarkılarının ingilizce veya japonca olsa da ezberlediyseniz...
*Kokulu silgiye, deftere, kaleme harçlığınızı yatırdıysanız...
*Sulugöz''ü düşününce bile ağzınız sulanıyorsa...
*"Hey Corç versene borç'' deyince cevabı hemen yapıştırabiliyorsanız...
*Olacak O kadar, Yasemin''in penceresi, Hadi Anlat Bakalım, Adam Olacak Çocuk gibi programları hatırlıyorsanız...
80 Lİ YILLARDA ÇOCUK OLMAK...!!!
*Çocukluğunuzu mahallede istop, birdirbir yada saklanbac oynamakla,arkadaslarla lego yapip, bilye oynamakla geçirdiyseniz...
*İlkokul önlüklerinin siyahtan maviye dönüşüşüne şahit olduysaniz...
*Sari,pembe ve acik yesil renklerde, üstunde ari maya olan silgilerden kullandiysaniz...
*Transformers, voltan, Susam Sokağı'nı hatırlıyorsanız...
*A Takımı, Dallas, Hayat Ağacı, Mavi Ay dizilerini hatırlıyorsanız...
*Depozito toplamak adına kola şişesi biriktirdiyseniz...
*Adile Naşit`ten masal dinlemeden uyuyamadıysanız...
*Kayahan, Nilüfer, Sezen Aksu, Barış Manço şarkıları ile büyüdüyseniz.
*En çok kullandığınız espriler Moruk,Herild yani,Eti kemik geçiyorve Tipe bak olduysa...
*Sesi açıp kısmak için televizyonun dibine kadar gidip üstündeki düğmelere basmak zorunda kaldıysanız...
*Resimli futbolcu kartlarını,Süper babaanneyi hatırlıyorsanız......
*Anket ve hatıra defterlerininiz olduysa ve bunlara seviyorum ama kimi diye başlayan maniler yazdıysanız...
70 Lİ YILLARDA ÇOCUK OLMAK...!!!
*Arnavut kaldırımlı taş sokaklarda düşe kalka, dizinizden ve dirseklerinizden yaralar eksik olmadan geçtiyse çocukluğunuz...
*Annenizin elinden tutup yağ, şeker, tüpgaz kuyruklarına girdiyseniz...
*İstiklal marşını TRT'nin kapanışında görüp ayakta bağıra bağıra söyleyerek ezberlediyseniz...
*Sokakta oynanan en favori oyunlar sek-sek, yakantop ve mendil kapmacaysa...
*İspanyol paça pantolonlar, mini etekler, apartman topuklar modaysa...
*Annenizin zoruyla komşu teyzeye gidip "Bir maniniz yoksa annemler size gelecek" dediyseniz...
*Cebinizde değil ama evinizde bir telefon olması acayip bir ayrıcalıksa...
*Tiyatronun radyoda olanını biliyorsanız ve arkası yarın kuşağını heyecanla dinlediyseniz...
60 LI YILLARDA ÇOCUK OLMAK...!!!
*5 yamalı topun arkasından koşup, koşarken de topun sahibinin annesi tarafından çağrılmaması için dua ettiyseniz....
*En popüler oyunlarınız ; topaç çevirmek, misket oynamak, çelik çomak oynamak, çitlembik patlatmak, uzun eşek oynamak oldusa...
*Bulunan her boş arsada, arsa sahibi tarafından kovulana kadar gazozuna maç yaptıysanız...
*En büyük eğlenceniz akşamları yazlık sinemalara gitmek olduysa ve o sinemaya gidebilmek için anneniz tarafından erkenden yıkanıp öğlen vakti muhakkak uykuya yatırırdıysanız....
*Sinemadaki çekirdek çıtırtıları Erol Taş ortaya çıkınca birden kesildiyse...Ve Türkan Şoray ile ilk o yıllarda tanıştıysanız...
*Evinizde her akşam mutlaka bir misafir olduysa... Sabahlara kadar süren uzun ve samimi sohpetlere tanık oldysanız...
*Çikolataların kaplandığı parlak kağıtları özenle açıp, okul defterleri arasında düzleştirerek sakladıysanız...
*70 li yıllara televizyonun nasıl çalıştığını anlamaya çalışarak girdiyseniz...
20 Haziran 2011 Pazartesi
16 Haziran 2011 Perşembe
Arkadaşlarınızın İsimleri Hafızanızda mı?
Verilerin tsunami gibi üzerimize geldiği bir dönemdeyiz. Bu döneme Bilgi Çağı desek de aslında yararlı veya yararsız her türlü veri üzerimize yağmakta. Bilgi yararlıdır, bilgi kategorilendirilmiştir, bilgi anlamlıdır. Ama biz, git gide bu yararı ve anlamı olup olmadığı önemli olmayan verilerin yoğunluğu içerisinde boğulaktayız.
Neden bugünlerde, olayları ve bilgileri hatırlamakta zorlanıyoruz? Eğer bilgiler zihnimizde anlamlarına göre kategorilenmiş ve düzenli bir şekilde yer alsa hatırlamak neden zor olsun ki.
Dünya Unutmamızı İstiyor
Yeni Zelanda’nın Milli Kalp Vakfı başkanı Boyd Swinburn ülkelerinde hızla artan kilo problemi hakkında; “Asıl sorun çevrenin, medyanın insanlara düzenli egzersize ve sağlıklı beslenmeye yönlendirmemesi. Tıpkı hafızamıza zarar verdiği gibi çevremiz alışkanlıklarımızı da kötü yönde etkiliyor.” diyor ve ekliyor: “Fakat bir yandan yaşamımız bizden her şeyi hatırlayabilmemizi de istiyor.”
New York Times’ın tek bir sayısı, 17. yüzyılda yaşamış birinin tüm hayatı boyunca edindiği bilgilerden daha fazla bilgi içeriyor.
1971’de standart bir insanın, bir gün içerisinde maruz kaldığı reklam sayısı 560 iken şimdi bu sayı 3000’e ulaşmış durumda.
Geçtiğimiz son 30 yılda TV’de yayınlanan tek bir haber 42 saniye sürerken haber yoğunluğundan dolayı bu süre 8 saniyeye düştü.
Bir işletme müdürünün bir hafta içerisinde okumak durumunda kaldığı kelime sayısı 1 milyonu geçiyor.
İnsanlar her 3-4 ayda bir yepyeni bir teknolojik ürün ya da gelişmeye ayak uydurmak zorunda kalıyor.
Amerikan İşçi Kurumu’ndan Robert Reich’ın belirttiğine göre insanlar artık hayatları boyunca en az 7-8 defa iş değiştiriyorlar.
Kaynak: Shenk, David. 1997 Data smog: Surviving the information glut.
Çok Fazla Yüz
İnsanların hafızalarıyla ilgili yaşadıkları en genel problem yüzleri ve isimleri hatırlayamamalarıdır. Günlük hayatta sıkça rastladığımız bu durum aslında Bilgi Çağı’nın özelliklerini ortaya koyuyor. Bir düşünelim; bir günün içerisinde yaklaşık kaç kişiyle temasa geçiyoruz? Bu sayı acaba 100 yıl önce yaşayan insanlar için kaçtı?
Hadi bizzat yüz yüze iletişim içine girdiğimiz insanları geçelim. Ya TV ve internet ortamında gördüğümüz insanlar? Surat hafızamız normalde çok güçlü olmasına rağmen günümüz dünyası bu özelliğimize o kadar yüklenmiş durumda ki artık yetimizi kaybetmek üzereyiz.
Eskiden tüm hayatımız sadece birkaç kişinin oluşturduğu bir çemberin etrafında geçmekteydi. Ancak evlenince, yeni bir yere taşınınca ya da yeni bir işe girince bu çember genişliyordu. Şimdi ise bu çember ister istemez her gün inanılmaz bir şekilde genişliyor.
Bilgi Fazlalığı
Hepimiz zaman zaman detayları unutabiliriz. Bir bilgiyi nereden ve ne zaman edindiğimizi hatırlayamamız çok doğal. Aslında beynimizin karşı karşıya olduğu sorun tam olarak bilgi çokluğundan değil, bilgilerin organize bir şekilde bize verilmemesinden.
Bu organize olmayan bilgi yoğunluğu nedeniyle artık beynimiz çok yoruluyor. Hatta Dikkat Eksikliği bozukluğu sırf bu yüzden çağımızın mental vebası olarak kabul ediliyor.
Bilgi yüklemesi ayrıca strese, öfkeye, kafa karışıklığına da neden oluyor. Ve biz kendimizi korumak adına her şeyi yok saymaya başlayınca da olay iyice dengesiz bir hal alıyor.
Dengeyi sağlayabilmek için her şeyi hatırlamak zorunda olmadığımızı bilmeliyiz. Kendi seçtiğimiz bilgileri algılama konusunda daha fazla kontrole sahip olmalıyız. Sadece bize gerekli ve yararlı olan bilgileri algılayıp ileriki zamanlarda da bu bilgileri hatırlamamızı sağlamalıyız. Eğer bu dengeye sahip olabilirsek yaşamımız boyunca bitmeyecek olan öğrenme sürecimizi en verimli şekilde kullanabiliriz.
Neden bugünlerde, olayları ve bilgileri hatırlamakta zorlanıyoruz? Eğer bilgiler zihnimizde anlamlarına göre kategorilenmiş ve düzenli bir şekilde yer alsa hatırlamak neden zor olsun ki.
Dünya Unutmamızı İstiyor
Yeni Zelanda’nın Milli Kalp Vakfı başkanı Boyd Swinburn ülkelerinde hızla artan kilo problemi hakkında; “Asıl sorun çevrenin, medyanın insanlara düzenli egzersize ve sağlıklı beslenmeye yönlendirmemesi. Tıpkı hafızamıza zarar verdiği gibi çevremiz alışkanlıklarımızı da kötü yönde etkiliyor.” diyor ve ekliyor: “Fakat bir yandan yaşamımız bizden her şeyi hatırlayabilmemizi de istiyor.”
New York Times’ın tek bir sayısı, 17. yüzyılda yaşamış birinin tüm hayatı boyunca edindiği bilgilerden daha fazla bilgi içeriyor.
1971’de standart bir insanın, bir gün içerisinde maruz kaldığı reklam sayısı 560 iken şimdi bu sayı 3000’e ulaşmış durumda.
Geçtiğimiz son 30 yılda TV’de yayınlanan tek bir haber 42 saniye sürerken haber yoğunluğundan dolayı bu süre 8 saniyeye düştü.
Bir işletme müdürünün bir hafta içerisinde okumak durumunda kaldığı kelime sayısı 1 milyonu geçiyor.
İnsanlar her 3-4 ayda bir yepyeni bir teknolojik ürün ya da gelişmeye ayak uydurmak zorunda kalıyor.
Amerikan İşçi Kurumu’ndan Robert Reich’ın belirttiğine göre insanlar artık hayatları boyunca en az 7-8 defa iş değiştiriyorlar.
Kaynak: Shenk, David. 1997 Data smog: Surviving the information glut.
Çok Fazla Yüz
İnsanların hafızalarıyla ilgili yaşadıkları en genel problem yüzleri ve isimleri hatırlayamamalarıdır. Günlük hayatta sıkça rastladığımız bu durum aslında Bilgi Çağı’nın özelliklerini ortaya koyuyor. Bir düşünelim; bir günün içerisinde yaklaşık kaç kişiyle temasa geçiyoruz? Bu sayı acaba 100 yıl önce yaşayan insanlar için kaçtı?
Hadi bizzat yüz yüze iletişim içine girdiğimiz insanları geçelim. Ya TV ve internet ortamında gördüğümüz insanlar? Surat hafızamız normalde çok güçlü olmasına rağmen günümüz dünyası bu özelliğimize o kadar yüklenmiş durumda ki artık yetimizi kaybetmek üzereyiz.
Eskiden tüm hayatımız sadece birkaç kişinin oluşturduğu bir çemberin etrafında geçmekteydi. Ancak evlenince, yeni bir yere taşınınca ya da yeni bir işe girince bu çember genişliyordu. Şimdi ise bu çember ister istemez her gün inanılmaz bir şekilde genişliyor.
Bilgi Fazlalığı
Hepimiz zaman zaman detayları unutabiliriz. Bir bilgiyi nereden ve ne zaman edindiğimizi hatırlayamamız çok doğal. Aslında beynimizin karşı karşıya olduğu sorun tam olarak bilgi çokluğundan değil, bilgilerin organize bir şekilde bize verilmemesinden.
Bu organize olmayan bilgi yoğunluğu nedeniyle artık beynimiz çok yoruluyor. Hatta Dikkat Eksikliği bozukluğu sırf bu yüzden çağımızın mental vebası olarak kabul ediliyor.
Bilgi yüklemesi ayrıca strese, öfkeye, kafa karışıklığına da neden oluyor. Ve biz kendimizi korumak adına her şeyi yok saymaya başlayınca da olay iyice dengesiz bir hal alıyor.
Dengeyi sağlayabilmek için her şeyi hatırlamak zorunda olmadığımızı bilmeliyiz. Kendi seçtiğimiz bilgileri algılama konusunda daha fazla kontrole sahip olmalıyız. Sadece bize gerekli ve yararlı olan bilgileri algılayıp ileriki zamanlarda da bu bilgileri hatırlamamızı sağlamalıyız. Eğer bu dengeye sahip olabilirsek yaşamımız boyunca bitmeyecek olan öğrenme sürecimizi en verimli şekilde kullanabiliriz.
Vücudumuz tam 46 nedenle suya ihtiyaç duyuyor.
1- Hiçbir şey susuz yaşayamaz.
2- Göreceli su yetersizliği vücudun bazı fonksiyonlarını önce bastırır, sonra öldürür.
3- Su temel enerji kaynağıdır, vücudun "nakit akımıdır."
4- Su vücudun her hücresinde elektriksel ve manyetik enerji üretir, bize yaşam gücü verir.
5- Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlayan bir yapıştırıcıdır.
6- DNA hasarını önler ve onarım mekanizmalarının daha iyi çalışmasına yardımcı olur, böylece üretilen anormal DNA sayısı azalır.
7- Bağışıklık sisteminin (bütün mekanizmalarının) merkezi olan kemik iliğinde, bu sistemi kanser de dahil olmak üzere, çeşitli hastalıklara karşı güçlendirir.
8- Bütün besinlerin, vitmin ve minerallerin temel çözücüsüdür. Vücutta besinleri küçük parçalara ayırır, sindirimlerinde ve son metobolik aşamalarında görev yapar.
9- Besinlere enerji verir ve parçalanan besinler sindirim sırasında bu enerjiyi vücuda aktarır. Susuz yenen yemeğin vücut için hiçbir enerji değeri yoktur.
10- Su, besinlerdeki gerekli ögelerin emilimini artırır.
11- Bütün ögelerin vücuda taşınmasına yardımcı olur.
12- Akciğerlerde oksijen toplayan kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini artırır.
13- Hücreye ulaşan su, o hücreye oksijen verir ve atık gazları vücuttan atılmaları için akciğerlere taşır.
14- Vücudun çeşitli bölgelerinden zehirli atıkları toplar ve atılmaları için karaciğer ya da böbreklere taşır.
15- Eklem boşluklarındaki temel yağlayıcı maddedir, artrit ve sırt ağrılarının oluşumunun önlenmesinde yardımcı olur.
16- Omurgadaki diskleri "şok emici su yastıkları" na dönüştürür.
17- Bağırsakları en iyi çalıştıran yağlayıcı maddedir, kabızlığı önler.
18- Kalp krizi ve felce karşı koruyucudur.
19- Kalp ve beyin damarlarında pıhtılaşmayı önler.
20- Vücudun soğutma (terleme) ve ısıtma (elektrik) sistemleri için vazgeçilmezdir.
21- Düşünme başta olmak üzere, bütün beyin fonksiyonları için bize güç ve elektriksel enerji verir.
22- Serotonin ve diğer nörotransmitterlerin (sinir ileticileri) üretimi için vazgeçilmezdir.
23- Melatonin de dahil olmak üzere, beyinde üretilen bütün hormonların yapımı için gereklidir.
24- Çocuklarda ve yetişkinlerde dikkat yetersizliği sorununa çözüm getirir.
25- Çalışma verimini artırır ve dikkat aralığını büyütür.
26- Su dünyadaki diğer bütün içeceklerden daha kolay bulunabilir ve hiçbir yan etkisi yoktur.
27- Stres, gerginlik ve depresyonun hafiflemesine yardımcı olur.
28- Uykuyu düzenler.
29- Yorgunluğun giderilmesine yardımcı olur ve bize gençliğin enerjisini verir.
30- Cildi yumuşatır ve yaşlılık belirtilerinin azalmasına yardımcı olur.
31- Gözlere canlılık ve parlaklık verir.
32- Glokomdan korunmamıza yardım eder.
33- Kemik iliğinde kan üretim sistemlerini düzenler, lösemi ve lenfoma oluşumunun önlenmesine yardımcı olur.
34- Vücutta enfeksiyon ve kanser hücrelerinin geliştiği bölgelerde bağışıklık sistemini güçlendirmek için çok gereklidir.
35- Kanı sulandırır ve dolaşım sırasında pıhtılaşmasını önler.
36- Kadınlarda, adet öncesi ağrıyı ve ateş başmasını hafifletir.
37- Kalp atışıyla birlikte kanı sulandırıp dalgalandırarak dolaşımdaki katı maddelerin dibe çökmesini engeller.
38- İnsan vücudunda dehidrasyon sırasında kullanılabilecek bir su deposu yoktur. Bu nedenle gün boyunca düzenli olarak su içmemiz gerekir.
39- Dehidrasyon cinsellik hormonunun üretimine engel olur, bu iktidarsızlık ve libido kaybının başlıca nedenlerinden biridir.
40- Su içtiğiniz zaman susuzluk ve açlık duygularını ayırt edebilirsiniz.
41- Kilo vermenin en iyi yolu su içmektir. Düzenli aralıklarla su için ve sıkı bir rejim yapmadan zayıflayın. Acıktığınız zaman aşırı yememeli, ama susadığınızda suyunuzu içmelisiniz.
42- Dehidrasyon doku boşlukları, eklemler, böbrekler, karaciğer, beyin ve deride zehirli çökeltilerin birikmesine yol açar. Su bunları temizler.
43- Su, gebelikte sabah bulantılarını azaltır.
44- Zihin ve vücut fonksiyonlarını bütünleştirir. Kara verme ve hedefleri belirleme yeteneğini artırır.
45- Yaşılıkta bellek kaybının önlenmesine yardımcı olur. Alzheimer, multipl skleroz, Parkinson ve Lou Gehring hastalıklarının riskini azaltır.
46- Kafein, alkol ve bazı ilaçlara duyulan bağımlılığın giderilmesine yardımcı olur.
Bu kitabı ilk okuduğundan bu yana artık "bol sulu bir yaşam süren" kitap editörü de ısrarla bu kitabı tavsiye etmektedir: Çünkü, vücudunuzu, yıllardır, bir "atık ilaç deposu" haline getirmekten bir an evvel kurtarmanız gerekiyor...
ve şimdi kalkın bir bardak su için
AFİYET OLSUN....
Askin 25 gercegi
*Aşk çok gösterişli bir duygu. İşte bunu ispatlayan 25 küçük komik gerçek;*
* Sabahları karılarını öpen erkekler, öpmeyenlerden 5 yıl daha fazla
yaşıyor.
* Bilinen en eski aşk şarkısı 4,000 yıl önce yazıldı ve Dicle ile Fırat
nehirleri arasındaki bölgeden çıktı.
* Kadınların ilk gün cinsel yakınlığı kabul etmemesinin en büyük sebebi, en
azından %78'inin, istenmeyen tüylerinden kurtulmamış olmaları...
* Feminist kadınlar, hemcinslerine göre çok daha romantik ilişkiler yaşıyor.
* İnsanların üçte ikisi, yeni tanıştıklarından çok, bir süredir tanıdıkları
insanlara aşık olduklarını söylüyor.
* Nasıl aşık olduklarını anlatan insanlar, sürecin kontrol dışı olduğuna
inanıyor.
* Aşık olmak vücut ve zihin üzerinde sakinleştirici bir etkiye sebep oluyor
ki bu da bir yıl boyunca sinir gelişimini yükseltiyor ve sinir sistemini
yenilerken, aşık insanın hafızasını da geliştiriyor.
* Aşk aynı zamanda derin bir korkunun yaratacağı strese de sebep olabiliyor.
Aynı psikolojik tepkileri veriyoruz; gözbebekleri büyüyor, avuçlar terliyor
ve kalp atışları hızlanıyor.
* Beyin taramaları, sevdiğinin resmini gören insanların caudatusta bir
hareketlilik yaşadığını gösteriyor, beynin ihtirasları kapsayan kısmı.
* Güney Pasifik'teki Tiwi kabilesinde yaşayan kadınlar doğar doğmaz
evleniyor.
* Kore'de bir mobil telefon operatörü olan KTF'nin verdiği 'aşk detektörü'
adlı servis, bir aşığın dürüst ve tutkuyla konuşup konuşmadığını analiz eden
bir teknoloji kullanıyor. Kullanıcılar daha sonra diyalogun analizini kısa
SMS olarak alıyor.
* Kadınların yüzde 11'i çıktıkları ya da yeni tanıştıkları bir erkek
hakkında internette araştırma yapıyor, erkeklerin ise sadece yüzde 7'si.
* Çiftlerin kişilikleri zamanla birbirine benziyor.
* İnsanlar öpüşürken kafalarını sağ tarafa yatırmaya çok daha meyilliler
(yüzde 65).
* Kadınların yüzde 43'ü, kendileri bağlanmaya hazır olmadan, partnerlerinin
evliliği düşünmesini istemiyor.
* Yeni aşık insanlar düşük oranda serotonin hormonu salgılıyor, obsesif
kompülsif hastalığı olanlar kadar düşük. Belli ki bu yüzden kendimizi aşık
olduğumuz insana takıntılı olma seviyesinde, fazlası ile kaptırıyoruz.
* Uluslararası Philadelphia Havaalanı, yeni yapılan bir ankete göre, aşık
olunacak bir numaralı havaalanı seçildi.
* Bir matematik teorisine göre, uzun dönem ilişkiye gireceğimiz insanı
seçmeden önce bir düzine insanla çıkmalıyız; bu gerçek aşkı bulmamız için en
iyi fırsat.
* Seks beklentisi içinde olan bir erkeğin sakalı daha çabuk uzuyor.
* Verona, Shakespeare'in ünlü aşk hikayesi Romeo ve Juliet'in geçtiği
İtalyan şehri, her sevgililer gününde Juliet adına 1,000'e yakın mektup
alıyor.
* Terk edildiğimizde, bir süre için bizi reddeden insanı çok daha fazla
severiz diyor Why We Love'un yazarı, Rutgers Universitesi'nden Dr. Helen
Fisher. Mutlu bir çiftken yanan beyin hücreleri aktif olmaya devam ediyor.
* Ofis aşklarının bir sebebi var: Aşkın tek büyük prediktörü yakınlıktır.
Aşinalık, rahatlık ve samimiyeti doğurur.. ve romans.
* Her 5 uzun süreli ilişkiden birisi, çiftten biri ya da her ikisi de başka
bir ilişki içinde olduğu zaman başlamış oluyor.
* Ve evet belki bu bir sürpriz olmayacak ama paylaşmadan edemedik: Romantik
bir ilişki her iki cinsiyetti de daha mutlu kılıyor. Bağlılık ne kadar güçlü
ise, mutluluk da o kadar büyük oluyor!
* Sabahları karılarını öpen erkekler, öpmeyenlerden 5 yıl daha fazla
yaşıyor.
* Bilinen en eski aşk şarkısı 4,000 yıl önce yazıldı ve Dicle ile Fırat
nehirleri arasındaki bölgeden çıktı.
* Kadınların ilk gün cinsel yakınlığı kabul etmemesinin en büyük sebebi, en
azından %78'inin, istenmeyen tüylerinden kurtulmamış olmaları...
* Feminist kadınlar, hemcinslerine göre çok daha romantik ilişkiler yaşıyor.
* İnsanların üçte ikisi, yeni tanıştıklarından çok, bir süredir tanıdıkları
insanlara aşık olduklarını söylüyor.
* Nasıl aşık olduklarını anlatan insanlar, sürecin kontrol dışı olduğuna
inanıyor.
* Aşık olmak vücut ve zihin üzerinde sakinleştirici bir etkiye sebep oluyor
ki bu da bir yıl boyunca sinir gelişimini yükseltiyor ve sinir sistemini
yenilerken, aşık insanın hafızasını da geliştiriyor.
* Aşk aynı zamanda derin bir korkunun yaratacağı strese de sebep olabiliyor.
Aynı psikolojik tepkileri veriyoruz; gözbebekleri büyüyor, avuçlar terliyor
ve kalp atışları hızlanıyor.
* Beyin taramaları, sevdiğinin resmini gören insanların caudatusta bir
hareketlilik yaşadığını gösteriyor, beynin ihtirasları kapsayan kısmı.
* Güney Pasifik'teki Tiwi kabilesinde yaşayan kadınlar doğar doğmaz
evleniyor.
* Kore'de bir mobil telefon operatörü olan KTF'nin verdiği 'aşk detektörü'
adlı servis, bir aşığın dürüst ve tutkuyla konuşup konuşmadığını analiz eden
bir teknoloji kullanıyor. Kullanıcılar daha sonra diyalogun analizini kısa
SMS olarak alıyor.
* Kadınların yüzde 11'i çıktıkları ya da yeni tanıştıkları bir erkek
hakkında internette araştırma yapıyor, erkeklerin ise sadece yüzde 7'si.
* Çiftlerin kişilikleri zamanla birbirine benziyor.
* İnsanlar öpüşürken kafalarını sağ tarafa yatırmaya çok daha meyilliler
(yüzde 65).
* Kadınların yüzde 43'ü, kendileri bağlanmaya hazır olmadan, partnerlerinin
evliliği düşünmesini istemiyor.
* Yeni aşık insanlar düşük oranda serotonin hormonu salgılıyor, obsesif
kompülsif hastalığı olanlar kadar düşük. Belli ki bu yüzden kendimizi aşık
olduğumuz insana takıntılı olma seviyesinde, fazlası ile kaptırıyoruz.
* Uluslararası Philadelphia Havaalanı, yeni yapılan bir ankete göre, aşık
olunacak bir numaralı havaalanı seçildi.
* Bir matematik teorisine göre, uzun dönem ilişkiye gireceğimiz insanı
seçmeden önce bir düzine insanla çıkmalıyız; bu gerçek aşkı bulmamız için en
iyi fırsat.
* Seks beklentisi içinde olan bir erkeğin sakalı daha çabuk uzuyor.
* Verona, Shakespeare'in ünlü aşk hikayesi Romeo ve Juliet'in geçtiği
İtalyan şehri, her sevgililer gününde Juliet adına 1,000'e yakın mektup
alıyor.
* Terk edildiğimizde, bir süre için bizi reddeden insanı çok daha fazla
severiz diyor Why We Love'un yazarı, Rutgers Universitesi'nden Dr. Helen
Fisher. Mutlu bir çiftken yanan beyin hücreleri aktif olmaya devam ediyor.
* Ofis aşklarının bir sebebi var: Aşkın tek büyük prediktörü yakınlıktır.
Aşinalık, rahatlık ve samimiyeti doğurur.. ve romans.
* Her 5 uzun süreli ilişkiden birisi, çiftten biri ya da her ikisi de başka
bir ilişki içinde olduğu zaman başlamış oluyor.
* Ve evet belki bu bir sürpriz olmayacak ama paylaşmadan edemedik: Romantik
bir ilişki her iki cinsiyetti de daha mutlu kılıyor. Bağlılık ne kadar güçlü
ise, mutluluk da o kadar büyük oluyor!
15 Haziran 2011 Çarşamba
Gestalt Nasıl Hayatımıza Girdi
AI m anca'dan duaya dillerine geçmiş bu sözcük, bir şekil, kalıp ya da organize edilmiş bir bütünün, ayrı ayrı parçalar halinde düşünülen unsurlarından farklı niteliklere sahip olduğunu anlatan bir terimdir. Örneğin bir melodi ayrı ayrı notaların toplamından daha fazla bir şeydir. Melodinin niteliği tek tek notalarda verilmemiştir. Bu tür bütün nitelikleri daima kabul edilmiş ve üzerinde yorumlar yapılmıştır, ama onların açıkça deneysel yoldan incelenmesi, kendilerine has bir üslupla olaylara yaklaşan "Geştalt psikologları"mn Phi-fenomenini incelemeye başladığı yıl olan 1910'da Almanya'da önem kazanmıştır. Burada ne fiilî fiziksel harekete, ne de aslî uyarım olaylarına değil, fakat etkileşim içindeki çeşitli uyarım olaylarına tekabül eden bir farkına varma (kavrama) hareketi söz konusuydu. Geştalt psikolojisinin (R.S.Woodsworth'un tasnifine göre, altı belli başlı psikoloji okulundan biridir) kurucuları Max Wertheİmer, Kurt Koffha ve Wolfgang Köhler'di. On-lann anahtar tezleri, parçaların yapısının bütün tarafından belirlendiği ya da bütüne göre tali durumda kaldığı şeklindeydi. Her üç psikolog da bu tezi psikolojinin, hatta felsefe, bilim ve sanatın her alanına uygulanacak zenginlikte görüyorlardı. Onlar araştırmanın aşağıdan yukarıya olmaktan çok yukarıdan aşağıya yürütülmesi gerektiği üzerinde ısrarla duruyorlardı. Başka bir ifadeyle araştırmacı, var sayılan unsurlarla ve banların bütünlerle sentezini yapmaya çalışmakla işe başlamamalı, daha çok (tersine) keşfedeceği bütünü açıklamalıdır. Ardından bu bütünün parçaları kendiliğinden açıklanacaktır.
1930'larda ABD'ye göç eden Geştalt psikolojisinin bu üç kurucusu yaklaşımlarını algılama, düşünme ve Öğrenme süreciyle ilgili geniş bir olaylar yığınını somut biçimde anlamaya uyguladı. Başarılı olan bu uygulama başka psikologları da kişilik, sosyal psikoloji ve estetik konularında Gestaltvârî incelemeler yapmaya teşvik etti. İlk yıllarında Geştalt psikolojisi devrimci bir çıkış olarak görülüyor ve pek çok gürültü kopanyordu, fakat yüzyılımızın ortalarında kendi bilincine sahip bir ekol olma Özelliği zayıfladı.
Geştalt psikolojisinin organize edilmiş karmaşıklıklara ilişkin temel sorunlarının pek çoğu çözülmeden kaldı. Ama Geştalt araştırmalarından elde edilen olgusal keşiflerle ondan alınacak dersler, psikolojinin ana damarı içine faydalı bir unsur olarak özümlendi.
Geştalt Psikolojisi (Geştalt Psychology): 20. yüzyılın ilk yarısında Pavlov ve Wat-son'un davranışçı psikolojisine bir tepki olarak ortaya çıkan ve psikolojik olayların, onları meydana getiren unsurlarla eşitlenemeyen Geştaltlar (bütünler) olarak ele alınması gerektiğini vurgulayan bir psikoloji okulu. İlk Geştalt psikologları olan Kofka, Kohler ve Wertheimer, bu fikre algı incelemeler sonunda ulaştılar; onlar beynin ışık noktalarım görsel kalıplar ya da müzikteki notaları melodiler halinde organize etmesi yoluyla ulaştılar bu fikre. Kohler maymunlarda Öğrenme üzerinde incelemeler yaptı ve ardından Goldstein ve Lewin gibi Gestaltçılar, Geştalt fikrini sosyal psikoloji ve kişilik alanlarına dek genişlettiler. Algı konusunda Gestaltçı düşünme tarzı şimdi psikologlar tarafından büyük ölçüde kabul edilmiştir, ama hâlâ insan davranışının en iyi şekilde, unsurlarının çözümlenmesiyoluyla an-laşılabileceği kanaatinde olanlar da bulunmaktadır.
Yukarıda (Geştalt bölümünde) geçen Phi-fenomeni ise 2O.yüzyılın başlarında Geştalt psikologları tarafından film endüstrisinin ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra keşfedilmiştir. En basit şekliyle bu fenomen şöyle anlatılabilir: Birbiri ardı sıra ve belli aralıklarla yanıp sönen yanyana konulmuş iki ışık, insanlara sanki ışığın iki nokta arasında gidip geldiği izlenimini verir. Bu yanılsama, filmler, çizgi filmler ve hareketli neon ışıklarının hareketini algılamamızın temelini teşkil eder.
Geştalt Tedavisi (Geştalt Therapy): Geştalt tedavisi psikanaliz ve varoluşçulukta kökleri bulunan psikolojik gelişme ve değişmeye özel bir yaklaşımı ifade etmektedir. Bu tedavi yöntemi, bütüncül organizmaca yaklaşımı kuran Kurt Goldstein ve Karen Horney ve Wilhelm Reich' la birlikte çalışmış tecrübeli psikanalizciler olan Lavra ve FritzPerli tarafından 1940'larda geliştirilmişti. Geştalt tedavisi ve Geştalt algılama teorisi doğrudan birbiriyle bağlantılı olmamakla birlikte, bütünün, parçalarının toplamından daha büyük olduğu ve sürekli değişen şekil-zemin ilişkisi anlayışı (dünyaya ilişkin bilincimiz sürekli değişmektedir, öyle ki bir yön bir anda önemli olmakta ve daha sonra diğeriyle yerudeğiştirerek arka plana çekilmektedir) gibi bir kaç benzer düşünceyi paylaşırlar.
Geştalt tedavisinin gayesi kişiyi kendi hayatına karşı sorumlu kılmaktır. O Doğulu gelişme yaklaşımlarına örneğin Therava-da Budizmi ve zihnî meditasyona benzer-ütt'gödterir. Terapist, bir insanın o anda djJÜcatini yoğunlaştıracağı şey üzeri nde yoğunlaştırmakla işe başlar: Bir insanın hayatını yönetecek daha iyi kurallar ve varsayımları birbirine eklemlemesini mümkün fedan halihazır (present) üzerinde odaklaşmakla. Tedavi yalnız başına değişimi vorgıünmaz, fakat kişinin yaptığı tercihlerin bilincine varması üzerinde durur. Bi-hoçle birlikte özgürlük, özgürlükle birlik-te.
Perls'e göre bedensel ve duygusal ifadeler pozitif idi, doğal süreçler kontrol altında tutulur ve onlardan korkulmaz, nihayet kullandığı teknikler bu süreçleri aydınlığa çıkarmaya yönelmişti. Eleştiricilerin pek çoğu onun görüşlerini antİentellektü-el olarak ele aldılar: Onlar Perls'in bir de-*-receye kadar tam benlik bilincine ulaşmaya bir engel olarak aşırı entellektüelleşme-yi gördüğünü söylüyorlardı.
Geştalt tedavisini dile getiren diğer üç fikir şunlardır: Hasta değişimi meydana getirmek için ihtiyaç duyduğu her şeyi bitir: Ne var ki hasta onu bildiğini bilmez. Terapistin yapacağı uyanıklığı arttırmaya ve terapi aracılığı ile hastanın daha iyi görmesine, hissetmesine, çalışmasına ve ilişki kurmasına çalışmak olmalıdır. Hayat ve değişim, içinde bulunduğumuz zamanda vuku bulur. Buradan, Geştalt 'şimdi olmakta olan* üzerinde odaklanmayı ve bîr insanın nasıl hissettiği, düşündüğü ve şimdi neyi doğru yaptığı üzerindeki vurguyu elde eder. Bu, hatırlama ya da geçmiş tarafından etkilenme, kapasitelerini inkâr etme anlamına değil, fakat geçmişin etkileri halihazırda sürmektedir, anlamına gelir. Bu nedenle geçmişteki önemli olaylar şimdi de terapinin bu anında ortaya çıkacaktır. Herşey kişiseldir. Bir kişi ne söylerse ya da ne yaparsa yapsın kendi bilincini ve iç süreçlerini ifade etmiş olur; yaptığı her şeyde o, kendisinden bahsetmektedir.
Tedavi insanların kendilerinin uygun biçimde çalışmaktan engellendiği yolları açıklar, ortaya koyar ve araştırır. Geştalt teknikleri Freud' dan (örneğin serbest çağrışım) ve Jung1 dan (örneğin aktif hayal gücü) ödünç alınmalıdır ama bunlar hastanın tedavi doğrultusuna, motor, duygusal, entellektüel ve ruhsal katılımında ısrar etmek suretiyle bir adım daha ileri taşınmıştı.
Yazar: Mustafa ARMAĞAN
1930'larda ABD'ye göç eden Geştalt psikolojisinin bu üç kurucusu yaklaşımlarını algılama, düşünme ve Öğrenme süreciyle ilgili geniş bir olaylar yığınını somut biçimde anlamaya uyguladı. Başarılı olan bu uygulama başka psikologları da kişilik, sosyal psikoloji ve estetik konularında Gestaltvârî incelemeler yapmaya teşvik etti. İlk yıllarında Geştalt psikolojisi devrimci bir çıkış olarak görülüyor ve pek çok gürültü kopanyordu, fakat yüzyılımızın ortalarında kendi bilincine sahip bir ekol olma Özelliği zayıfladı.
Geştalt psikolojisinin organize edilmiş karmaşıklıklara ilişkin temel sorunlarının pek çoğu çözülmeden kaldı. Ama Geştalt araştırmalarından elde edilen olgusal keşiflerle ondan alınacak dersler, psikolojinin ana damarı içine faydalı bir unsur olarak özümlendi.
Geştalt Psikolojisi (Geştalt Psychology): 20. yüzyılın ilk yarısında Pavlov ve Wat-son'un davranışçı psikolojisine bir tepki olarak ortaya çıkan ve psikolojik olayların, onları meydana getiren unsurlarla eşitlenemeyen Geştaltlar (bütünler) olarak ele alınması gerektiğini vurgulayan bir psikoloji okulu. İlk Geştalt psikologları olan Kofka, Kohler ve Wertheimer, bu fikre algı incelemeler sonunda ulaştılar; onlar beynin ışık noktalarım görsel kalıplar ya da müzikteki notaları melodiler halinde organize etmesi yoluyla ulaştılar bu fikre. Kohler maymunlarda Öğrenme üzerinde incelemeler yaptı ve ardından Goldstein ve Lewin gibi Gestaltçılar, Geştalt fikrini sosyal psikoloji ve kişilik alanlarına dek genişlettiler. Algı konusunda Gestaltçı düşünme tarzı şimdi psikologlar tarafından büyük ölçüde kabul edilmiştir, ama hâlâ insan davranışının en iyi şekilde, unsurlarının çözümlenmesiyoluyla an-laşılabileceği kanaatinde olanlar da bulunmaktadır.
Yukarıda (Geştalt bölümünde) geçen Phi-fenomeni ise 2O.yüzyılın başlarında Geştalt psikologları tarafından film endüstrisinin ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra keşfedilmiştir. En basit şekliyle bu fenomen şöyle anlatılabilir: Birbiri ardı sıra ve belli aralıklarla yanıp sönen yanyana konulmuş iki ışık, insanlara sanki ışığın iki nokta arasında gidip geldiği izlenimini verir. Bu yanılsama, filmler, çizgi filmler ve hareketli neon ışıklarının hareketini algılamamızın temelini teşkil eder.
Geştalt Tedavisi (Geştalt Therapy): Geştalt tedavisi psikanaliz ve varoluşçulukta kökleri bulunan psikolojik gelişme ve değişmeye özel bir yaklaşımı ifade etmektedir. Bu tedavi yöntemi, bütüncül organizmaca yaklaşımı kuran Kurt Goldstein ve Karen Horney ve Wilhelm Reich' la birlikte çalışmış tecrübeli psikanalizciler olan Lavra ve FritzPerli tarafından 1940'larda geliştirilmişti. Geştalt tedavisi ve Geştalt algılama teorisi doğrudan birbiriyle bağlantılı olmamakla birlikte, bütünün, parçalarının toplamından daha büyük olduğu ve sürekli değişen şekil-zemin ilişkisi anlayışı (dünyaya ilişkin bilincimiz sürekli değişmektedir, öyle ki bir yön bir anda önemli olmakta ve daha sonra diğeriyle yerudeğiştirerek arka plana çekilmektedir) gibi bir kaç benzer düşünceyi paylaşırlar.
Geştalt tedavisinin gayesi kişiyi kendi hayatına karşı sorumlu kılmaktır. O Doğulu gelişme yaklaşımlarına örneğin Therava-da Budizmi ve zihnî meditasyona benzer-ütt'gödterir. Terapist, bir insanın o anda djJÜcatini yoğunlaştıracağı şey üzeri nde yoğunlaştırmakla işe başlar: Bir insanın hayatını yönetecek daha iyi kurallar ve varsayımları birbirine eklemlemesini mümkün fedan halihazır (present) üzerinde odaklaşmakla. Tedavi yalnız başına değişimi vorgıünmaz, fakat kişinin yaptığı tercihlerin bilincine varması üzerinde durur. Bi-hoçle birlikte özgürlük, özgürlükle birlik-te.
Perls'e göre bedensel ve duygusal ifadeler pozitif idi, doğal süreçler kontrol altında tutulur ve onlardan korkulmaz, nihayet kullandığı teknikler bu süreçleri aydınlığa çıkarmaya yönelmişti. Eleştiricilerin pek çoğu onun görüşlerini antİentellektü-el olarak ele aldılar: Onlar Perls'in bir de-*-receye kadar tam benlik bilincine ulaşmaya bir engel olarak aşırı entellektüelleşme-yi gördüğünü söylüyorlardı.
Geştalt tedavisini dile getiren diğer üç fikir şunlardır: Hasta değişimi meydana getirmek için ihtiyaç duyduğu her şeyi bitir: Ne var ki hasta onu bildiğini bilmez. Terapistin yapacağı uyanıklığı arttırmaya ve terapi aracılığı ile hastanın daha iyi görmesine, hissetmesine, çalışmasına ve ilişki kurmasına çalışmak olmalıdır. Hayat ve değişim, içinde bulunduğumuz zamanda vuku bulur. Buradan, Geştalt 'şimdi olmakta olan* üzerinde odaklanmayı ve bîr insanın nasıl hissettiği, düşündüğü ve şimdi neyi doğru yaptığı üzerindeki vurguyu elde eder. Bu, hatırlama ya da geçmiş tarafından etkilenme, kapasitelerini inkâr etme anlamına değil, fakat geçmişin etkileri halihazırda sürmektedir, anlamına gelir. Bu nedenle geçmişteki önemli olaylar şimdi de terapinin bu anında ortaya çıkacaktır. Herşey kişiseldir. Bir kişi ne söylerse ya da ne yaparsa yapsın kendi bilincini ve iç süreçlerini ifade etmiş olur; yaptığı her şeyde o, kendisinden bahsetmektedir.
Tedavi insanların kendilerinin uygun biçimde çalışmaktan engellendiği yolları açıklar, ortaya koyar ve araştırır. Geştalt teknikleri Freud' dan (örneğin serbest çağrışım) ve Jung1 dan (örneğin aktif hayal gücü) ödünç alınmalıdır ama bunlar hastanın tedavi doğrultusuna, motor, duygusal, entellektüel ve ruhsal katılımında ısrar etmek suretiyle bir adım daha ileri taşınmıştı.
Yazar: Mustafa ARMAĞAN
Hümanist (İnsancıl) Yaklaşım
Hümanist (İnsancıl) Yaklaşım çağdaş bir psikoloji akımıdır. Bu ekol psikolojinin insan boyutu ve psikoloji teorisinin insan bağlamı ile ilgilidir.
Hümanistik psikoloji, davranışcı ve psikanalitik ekollerine reaksiyon olarak 1950’lerde ortaya çıkmıştır. Hümanistik yaklaşımın kökleri varoluşçu düşünceye dayanır (Kierkegaard, Nietzsche, Heidegger ve Sartre). Bazen de psikolojinin üç değişik ekolü içinde algılanır; davranışçılık, psikanaliz ve hümanizm. İlk ekol Ivan Pavlov’un şartlı reflex çalışması’ndan köklenerek Amerika’da Watson ve Skinner’in öncülük ettiği akademik psikolojinin kurulmasına neden olur. Abraham Maslow daha sonra davranışçılığa ‘Birinci Güç’ adını vermiştir. ‘İkinci Güç’ Freud’un psikanaliz araştırması ile başlayarak Alfred Adler, Erik Erikson, Carl Jung, Erich Fromm, Karen Horney, Otto Rank, Melanie Klein, Harry Stack Sullivan ile devam eden diğerlerinin ekolüdür.
Tüm bu teorisyenler içinde Hümanistik Psikolojinin temelini atanlar Abraham Maslow, Carl Rogers ve Rollo May’dir. Bu ekolün diğer temsilcilerinin arasında Roberto Assagioli, Medard Boss, R.D. Laing, Gritz Perls, Anthony Sutich, Erich Fromm, Kurt Godstein, Clark Moustakas, Lewis Mumford ve James Bugental sayılabilir.
Hümanistik Psikoloji’nin terapi yöntemleri şöyle özetlenebilir: (Aanstoos, Serlin & Greening, 2000 ve Rowan, 2001):
Danışma: Rollo May’in Varoluşçu Psikoloji’si, Danışan Odaklı Terapi (Carl Rogers tarafından geliştirilmiştir), Evlilik veya Aile Terapisi
Psikoterapi: Medard Boss’un Voroluşçu psikoterapisi, Gestalt Terapi (Fritz Perls tarafından geliştirilmiştir), Deneysel Psikoterapi, Vücut Çalışması, Psikodrama, Primal Entegrasyon, Psikosentez, Derinlemesine Terapi, Transpersonal Terapi
Grup Çalışması : Hümanistik-Varoluşçu Grup
Hümanistik terapinin amacı kişiye bütüncül bir tanım vermektir. Kişinin kendisini bir bütün olarak algılamasını sağlamayı hedefler, kendini gerçekleştirme (self-actualization) hedefindedir. Hümanistik düşünceye göre her birey,kendisini güçlü bir kişilik yapacak ve özalgısını sağlamlaştıracak bir takım beceriler ve kaynaklarla doğar. Bu ekolün ulaşmak istediği, kişinin bu beceri ve kaynaklarını kendisi için doğru olan alanlara yönelterek kullanmasıdır.
Hümatistik Psikolojiye göre, insan kendisinden, davranışlarından ve oluşturacağı kimliğinden kendisi sorumludur. Hayatı kendisi için yaşamaya değer ve anlamlı bir hale getirmek kişinin kendisine düşer. Geçmiş ya da gelecek değil, içinde yaşanılan an önemlidir. İnsan davranışlarını denetim altına almak yerine, daha çok özgürlüğe yer verilmelidir. İnsanı anlamak için onun iç yapısını bilmek gerekir. Bunun için terapist iç gözleme baş vurmak zorundadır. İnsan cansız bir nesne olmadığından, dıştan bakılarak davranışları yorumlanamaz. Bu akım insanı inceleme yöntemini getirmiştir. Psikolojiyi bir bakıma yeniden felsefeye yaklaştırmıştır.
Dr.phil. R. Meltem Kavcar Sırmalı
Hümanistik psikoloji, davranışcı ve psikanalitik ekollerine reaksiyon olarak 1950’lerde ortaya çıkmıştır. Hümanistik yaklaşımın kökleri varoluşçu düşünceye dayanır (Kierkegaard, Nietzsche, Heidegger ve Sartre). Bazen de psikolojinin üç değişik ekolü içinde algılanır; davranışçılık, psikanaliz ve hümanizm. İlk ekol Ivan Pavlov’un şartlı reflex çalışması’ndan köklenerek Amerika’da Watson ve Skinner’in öncülük ettiği akademik psikolojinin kurulmasına neden olur. Abraham Maslow daha sonra davranışçılığa ‘Birinci Güç’ adını vermiştir. ‘İkinci Güç’ Freud’un psikanaliz araştırması ile başlayarak Alfred Adler, Erik Erikson, Carl Jung, Erich Fromm, Karen Horney, Otto Rank, Melanie Klein, Harry Stack Sullivan ile devam eden diğerlerinin ekolüdür.
Tüm bu teorisyenler içinde Hümanistik Psikolojinin temelini atanlar Abraham Maslow, Carl Rogers ve Rollo May’dir. Bu ekolün diğer temsilcilerinin arasında Roberto Assagioli, Medard Boss, R.D. Laing, Gritz Perls, Anthony Sutich, Erich Fromm, Kurt Godstein, Clark Moustakas, Lewis Mumford ve James Bugental sayılabilir.
Hümanistik Psikoloji’nin terapi yöntemleri şöyle özetlenebilir: (Aanstoos, Serlin & Greening, 2000 ve Rowan, 2001):
Danışma: Rollo May’in Varoluşçu Psikoloji’si, Danışan Odaklı Terapi (Carl Rogers tarafından geliştirilmiştir), Evlilik veya Aile Terapisi
Psikoterapi: Medard Boss’un Voroluşçu psikoterapisi, Gestalt Terapi (Fritz Perls tarafından geliştirilmiştir), Deneysel Psikoterapi, Vücut Çalışması, Psikodrama, Primal Entegrasyon, Psikosentez, Derinlemesine Terapi, Transpersonal Terapi
Grup Çalışması : Hümanistik-Varoluşçu Grup
Hümanistik terapinin amacı kişiye bütüncül bir tanım vermektir. Kişinin kendisini bir bütün olarak algılamasını sağlamayı hedefler, kendini gerçekleştirme (self-actualization) hedefindedir. Hümanistik düşünceye göre her birey,kendisini güçlü bir kişilik yapacak ve özalgısını sağlamlaştıracak bir takım beceriler ve kaynaklarla doğar. Bu ekolün ulaşmak istediği, kişinin bu beceri ve kaynaklarını kendisi için doğru olan alanlara yönelterek kullanmasıdır.
Hümatistik Psikolojiye göre, insan kendisinden, davranışlarından ve oluşturacağı kimliğinden kendisi sorumludur. Hayatı kendisi için yaşamaya değer ve anlamlı bir hale getirmek kişinin kendisine düşer. Geçmiş ya da gelecek değil, içinde yaşanılan an önemlidir. İnsan davranışlarını denetim altına almak yerine, daha çok özgürlüğe yer verilmelidir. İnsanı anlamak için onun iç yapısını bilmek gerekir. Bunun için terapist iç gözleme baş vurmak zorundadır. İnsan cansız bir nesne olmadığından, dıştan bakılarak davranışları yorumlanamaz. Bu akım insanı inceleme yöntemini getirmiştir. Psikolojiyi bir bakıma yeniden felsefeye yaklaştırmıştır.
Dr.phil. R. Meltem Kavcar Sırmalı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
deneme
dsad saddsadasd
-
*Süper Baba''nın müziğini flütle çalmışsanız *Polis Akademisindeki her sesi çıkaran adama hayranlık duyuyorsanız *Okulda kola kutu...
-
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler... Arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer... Dayanılması o kadar ...
-
Verilerin tsunami gibi üzerimize geldiği bir dönemdeyiz. Bu döneme Bilgi Çağı desek de aslında yararlı veya yararsız her türlü veri üzerimiz...